XIX

333 16 11
                                    

Yorgunluk, sızmış bedenimin her bir zerresine işlenmiş olan desenlerden sadece biriydi. Bir ucuna bütün hislerin bağlı olduğu ipi sürüklemesi gerekse dahi çeken ruhum, bitaptı. Terden sırılsıklam olup, tenine yapışmış saçlarını eli yardımıyla çekmeye çalışırken, tepedeki güneşin ne zaman batacağını, yolun sonunun ne kadar uzakta olduğunu düşünüyordu.

Zorlukların belli bir düzene göre oluşturduğu tarihi yapı, görenleri hayrete düşürecek bir estetiğe sahipti üstelik. Çünkü hepsi, anlaşılması güç olan birer belirsizlikten başka bir şey değildi. Bu yüzdendir, hem ürperti hem de hayranlık uyandıran yanları vardı bu gizemlerin.

İnsanın dikkatini çeken, bilmedikleriydi.

Korkunç bir bel ağrısı, ben kıpırdandıkça ağlarını bütün vücuduma salıyor, iplerin ucu değdiği yeri yakıyordu. Sanki her seferinde içeride etimi parmaklarının arasına sıkıştıran bir el vardı, tırnaklarını saplayacak yer arıyordu.

Her ne kadar rahat olsa da, bana pamuk üzerinde yatıyormuş hissi veren yatakla cebelleşmeyi umutsuz bir biçimde bıraktım. Kısa bir kendine gelme sürecinin ardından, dün gecenin her hatırası, beynime kazınmış görüntüleri tekrar gözlerime doğru itekledi.

Zaten bu ağrı da onun pençesinden kalmaydı.

Nasıl olduğu hakkında tek bir fikrim yoktu, omzunda öylece uyuyakalmıştım. O ise sesini çıkartmadan, soğuğa siper olmuştu. Bedeninin sıcaklığını hala kendiminkinde hissediyor gibiydim, bu tezatlığıma söz geçiremeden ürpermeme neden oluyordu. Hâlbuki onun esen rüzgarla bir sorunu yoktu, en azından o, böyle davranmıştı.

Uyanışım ise, beklediğimden fazla gürültülüydü. Önce kafamda uydurduğumu sandığım, bulanık sesler işitmiştim, ardından kapalı olmasına rağmen, gözlerimin ardında üzerime düşen el fenerlerinin yoğun ışık dalgaları, rahatsız etmişti.

Bu etkenlerden en önemlisi ise, sarı kızdan çıktığına inanamadığım çığlıklardı. Sadece bir buçuk iki saatliğine orada mahsur kalmış olmamız, onun gözünde asırlara bedel olmuştu sanki.

Ancak en komiği bu değildi. Kendimi arabanın ön koltuğuna atarcasına bırakırken, Gizem'in Ilgaz'a olan son sözleri, beni şuan dahi kahkahalara boğabilirdi.

'Bizim dondurma işi de yalan oldu. Neyse artık başka bir güne.'

O sırada Ilgaz'ın surat ifadesini göremiyordum ancak sarı kıza bir veda bile etmeden direksiyonun başına geçmesi bir fikir, elbette veriyordu. Bir an için gözlerine attığım bakış, ne kadar da yorgun olduğunu anlamama yetmişti. Yine de teşekkür bile etmemiştim. O da hiçbir şey olmamış gibi davranmış, eve vardığımızda direkt odasına girmişti.

Ona sağ ol demesem, sanki dün gece hiç yaşanmamış gibi olacaktı. Belki de bu yüzden, ağzımdan o anlamsız sözcükleri dökülmemişti bir türlü.

Omuz silkip, aşağı inmeye karar verdim. Bir bardak suyun, kurumuş boğazıma bir nebze iyi gelmesini umuyordum.

Etrafa attığım bakışları fark ettiğimde kaşlarım çatıldı, neyi aradığımı bilmeden, kontrol edişime bir anlam yüklemek istemedim.

Yine de... Hiçbir yerde yoktu. Acaba sabah erkenden kalkıp, bir yere mi gitmişti? Ancak dün gece o kadar halsiz görünüyordu ki bu ihtimal, geldiği gibi uçtu aklımdan. Su bardağını tezgaha bıraktıktan sonra kalçamı tezgaha yaslayıp, öylece bir süre ayakta durdum.

Sabahın ilk ışıklarından beri ses duymadığına emin olduğum duvarlar, Ilgaz'ın telefon melodisinin yankısını kulağıma yetiştirdiğinde bir süre cevaplanmadığından emin olmak için duraksadım. Ama kimsenin açtığı yoktu, demek telefonu aşağıda unutmuştu. Salonun içine doğru ilerlerken, orta sehpanın üzerinde titreyen telefonu görmemle elime almam nerdeyse bir olmuştu.

PERDELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin