Jaime

46 44 67
                                    


Bluish'in üzerine yürürken Jaime önüme çıktı.

"Sakin olmalısın." derken gözlerime bakıyordu. Ben göz teması kurmadan derin nefes alıp veriyordum. Karşımdaki yaratığa haddini bildirmek istiyordum. Bizi ölüme terk edeceklerdi. Bu ne olduğu belli olmayan yerde ölecektik. Bu muydu insanlığa olan sevgileri? Bu muydu kutsal, Tanrının hediyesine duydukları saygı?

"Çekil önümden." diye tısladım. Beni kolumdan tutup çekmeye başladı. Peşinden giderken geriye dönüp bakıyordum sürekli.

"Bilmediğimiz bu yerde kapana kapandık. Yaralanıp yaralanmadıklarını bilmiyoruz bile. Ama senin yaralanıp, öleceğini biliyorum. Seni kaybetmek istemiyorum dostum. Şu şekilde davranmayı kes. Şu anda bize yardım etmeyi kabul ettiler. Önemli olan bu!" derken beni kendine çevirip duruyordu. Onun da ilk defa sinirlendiğini hissedebiliyordum. İlk kez sinirli haliyle karşılaşıyordum. Mantıklı yanım sakin olmamın daha iyi olacağını fısıldıyordu benliğime.

Jaime ve diğer yanımı dinlemeye karar vermiştim şimdilik. Elimle çaktırmadan bıçağı kontrol ettim yerindeydi. Derin bir nefes alıp ona baktım, kafamla onu onayladığımda sakinleşmişti.

"Hadi gidelim, dışarıyı merak ediyorum." dedi. Bir kez daha şaşırıp kaşlarımı kaldırdım. Neredeydi o umursamaz Jaime?

Peşine düşüp yürümeye başladım. Bluish yürüdüğümüzü görünce önden yürümeye başladı. Onu gördükçe sinirlerim zıplıyordu. Bıçağı onda kullanmak istiyordum. Kısa bir süre bu şekilde peş peşe yürüdük. Geniş bir kapının önüne geldiğimizde, dışarıya çıkmak için geçeceğimiz son kapı olduğunu anlamıştım. Bluish elini sisteme gösterdiğinde kapı iki tarafa doğru açıldı. Kapı açıldığında gözümü alan ışık çok fazlaydı.

Gözlerimi hafifçe kısıp kapıya doğru yürümeye başladım. Kapıdan çıktığımda hissettiğim şey sıcaklığın ve ışığın çok fazla olmasıydı. Işık fazlaca gözümüze vurduğu için gözlerimizi kapatma ihtiyacı duymuştuk. Bluish önde yürürken biz geride kalmıştık. Gözlerimizi açamıyorduk ki, önümüzü görüp de yürüyebilelim. Bluish kısa süre sonra hareket etmediğimizi fark edince bize döndü.

"Ah, doğru." dedi ve elini şıklattı. Anında önümüzde gözlerimizi koruyacak bir şey belirdi. Ne olduğuna bakmadan hemen yerden alıp gözlerime taktım. Gözlük diyebileceğim bir şeye benziyordu ancak gözlük değildi. Tek camı olan uzun ve kulak arkası olmayan bir araçtı. Onu gözümde nasıl tutturacağım diye düşünürken gözümün önünde kendiliğinden yerini aldı, hareketsiz şekilde sabit kaldı. İçimden vay be diye geçirsem de dışarıya bunu yansıtmadım.

"Yok artık!" diye bağıran Jaime'ydi. Ona gözlerimi devirdim. Jaime'nin karakteri değişiyordu, bu değişim açıkça gözlenebiliyordu.

Gözlerime yerleşen, adını bilmediğim araçla birlikte artık görüşüm netleşmiş daha doğrusu gözlerimi artık açık tutmaya başlayabilmiştim. Jaime de benimle aynı durumdaydı. Çabucak toparlandık ve ilerlemeye devam ettik. Işığın nereden geldiğini anlayamıyordum. Kafamı sağa, sola, yukarıya çevirip duruyordum ama göremiyordum. Işık çok şiddetliydi. Nereden geliyor bu ışık derken, Jaime'nin yere baktığını gördüm. Kafamı aşağıya doğru eğdiğimde ışığın yerden geldiğini anladım. Aslında bu normaldi çünkü bir yıldızın üzerindeydik. Güneş gibi olmasa da bu da bir yıldızdı. Yıldızlar doğaları gereği ısı ve ışık yayarlardı. Bu da sıcaklık ve ışığın nedenini açıklıyordu. Işık öyle bir yayılıyordu ki ister istemez gözler kapanıyordu. Gözlüğümsü şeyle birlikte daha net görüş kazanmıştık. Yere daha fazla yaklaşıp tam olarak ne olduğunu anlamaya çalıştım. Her toprak parçasının, her santimetresinden ışık sızıyordu. Patlamaya hazır bir bomba gibi görünüyordu. Yıldız ömrü konusunda uzman değildim ama bu yıldızın çok uzun bir ömrü kalmadığına emindim. Ömrüm boyunca elde edemeyeceğim tecrübeler yaşıyordum. Bazen acaba öldüm de bunların hiç biri gerçekten yaşanmadı mı diye düşünüyordum. Gerçeklikle hayal birbirine girmeye başlamıştı. Tek bildiğim ve emin olduğum şey geriye dönmek istemediğimdi.

HUMANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin