Gördüğüm şeye inanamıyordum. Gerçekten müthiş bir hayal kırıklığına uğramıştım. Gördüklerime kahkahalarla gülmek istiyordum. Orta boyda, koyu mavi, gözleri kocaman bir yaratıktı. O kadar tatlı görünüyordu ki yanaklarını sıkabilirdim. Şirinlerden fırlamış gibiydi. Her yeri maviydi. Gözlerinin içi bile. O an aklımdan geçen şey kanlarının da mavi olup olmadığıydı. Tabi kanları ve organları varsa. İnanamıyordum. Uzaylılar böyle olmamalıydı. Üzerinde koruyucu kıyafet yoktu. Bizim gibi iki kolu iki ayağı vardı. Mutsuz şirinden tek farkı sanırım beyaz şapka takmamasıydı. Şirinler izliyormuş gibi hissettim. Ben de Gargameldim bu hikayede galiba. Psikolojim bozulmuştu. Hayal mi görüyorum acaba dedim. Ancak hayal olmazdı. O kadar uzun süre beklemiştim ki, hayalde bu kadar süre geçmiş olamazdı.
Şimdi nasıl iletişime geçecektim bu yaratıkla. Burada nasıl iletişim kuruyorlar bilmiyorum. Başına baktım anteni falan var mı diye ama yoktu. Yanıma yaklaştı. Vücudum gerilirken bana yaklaşmasını bekledim. Uzanıp bileğimdeki yaraya dokundu. Hissettiğim teniyle ürperdim. Elleri soğuktu. Parmakları pürüzlüydü. Bandajı tutup birden çektiğinde bağırdım. Ben bağırınca geriye doğru sendeledi. Sanırım bu tepkimi beklemiyordu. Şaşırmış mıydı bu şey yani?
"Neden sesini yükselttin şimdi?" dediğinde kulaklarıma inanamadım.
"Ben seni nasıl anlıyorum. Aklımı kaçıracağım. Neler oluyor?" diye bağırdım. Biraz daha geriye doğru ilerledi.
Parmağıyla bandajını söktüğü yeri gösterdi. Konuşmaya başladı.
"Bileğine bir parça taktık. Küçücük deri altında hissedilmiyor bile. O parça sayesinde bizim dilimizi anlıyor ve konuşabiliyorsun." derken kafasını sağa sola yatırıp beni inceliyordu. Ona kaşlarımı çatarcasına baktım.
"Ne yaptım dedin sen? Lanet olası şey, vücuduma ne taktın?" diye bağırırken yerimde çırpınıp duruyordum. Elimle ona uzansam orada ona zarar verebilirdim. Bana bakarken kafasını sağa sola sallayarak geriye doğru bir iki adım attı.
"Şunu yapmayı kes. Kendine zarar veriyorsun." dedi. Söylediği şeyle gözlerimi sonuna kadar açtım.
"Sen bana zarar verdin. Vücuduma bir şeyler taktın ve beni buraya bağladın. Kalkmış kendime zarar vermeyi kesmemi mi söylüyorsun?"
Sanırım delirmeme ramak kalmıştı.
"Neden bunu yaptın? Neden beni öldürmedin? Neden benimle iletişime geçmeye çalıştın?" derken bağırıyordum. Bağırdığımda ağzımdan çıkan tükürüklere baktı.
"Sana zarar vermek istemiyorum." dedi. Bu dediğine bir yerimle gülerdim işte. Tabii ki de ona inanmayacaktım.
"Jaime nerde? Ona da mı aynısını yaptınız? Yoksa onu ö- öldürdünüz mü?" derken sesim titriyordu. Kızgınlıkla başlayan sesim bu gezegendeki tek tanıdığım arkadaşımın sonunu düşünürken endişeli şekilde titremişti.
"Hayır, o da iyi. Az önce onunla konuştum."
"Neredeyim ben?" derken artık debelenmekten bıkmıştım. Kendimi yattığım yere bırakıp onunla göz teması kurmaya devam ettim.
"Şuan Aspros isimli bir yıldızdayız. Biz kendimize Bluish diyoruz."
Duyduğum şeyi beynimde anlamlandırmaya çalıştım. Aspros diye bir yıldız bizim galaksimizde var mıydı onu düşünüyordum. Konuşmaya devam ettiğinde düşünmeyi kestim.
"Siz kendinize ne diyorsunuz?" bu sorusuna anlam verememiştim. Bu soruyu Jaime ye de sormuşlar mıydı? O ne cevap vermişti. Düşünmeden cevap verdim.
"İnsan." dedim. Gözleri dediğim şeyle parlarken heyecanla konuşmaya devam etti.
"Nerede yaşıyorsunuz?" dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HUMAN
Science Fictionİki astronot " Asrın Kaderi" adlı görev için uzaya gönderiliyorlar. "O her zaman yalnızdı."