3.......2........1......
İşte hayatımın dönüm noktası dediğim yerdeyim. Bir uzay mekiği içinde Mars'a gideceğim. Yıl 2050 ve insanoğlu hala bu kadar basit bir şeyden dolayı heyecanlanabiliyor. Son zamanlarda yapılan araştırmalar Mars'ta hayat olabileceğini kanıtlar nitelikteydi. Ve biz bunu kanıtlamaya gidecek olan ilk insanlarız. Nefesimi tuttum ve birden havalanan mekikle sarsıldık, dakikalar boyunca ne yaşadığımızı algılayamadım. Kulaklarım ağır basınçla birlikte tıkanmıştı. Nefes almaya çalışsam da hissettiğim gücü atıp da nefes alamıyordum. 19 saat sürecek olan yolculuğumuz başlamıştı. 19 saatte uzaya çıkacaktık. Hayatım boyunca gördüğüm en güzel şey olacaktı. Korkmazdım umarım. Basınç hafiflemeye başlarken nefesimi düzene koyuyordum. Kalbim heyecandan kasılırken nefesim derinleşiyordu. Yanımdaki yol arkadaşım gözlerini kapatmış, hareketsiz duruyordu. Sesimi bulup konuşmaya çalıştım.
"Cidden mi? Uyuyacak mısın?"
"I-hı." dedi kafasıyla beni onaylarken.
"Sen ne rahat bir adamsın yahu. Gamsız herif."
"Öyleyim." deyip hafifçe gülümsedi. Kaşlarımı çatıp kaç feet yükseldiğimize önümdeki panelden baktım. Sayılar hızlıca artarken gülümsedim. On beş bin feet yükseklikte yani daha iki bin beş yüz km yüksekteydik. İlk yakıt tankı az önce atılmıştı bile. Çoktan troposferi (hava olaylarının gerçekleştiği atmosfer katmanı) geçmiştik. Aslında hızımız çok değildi. İlk ses duvarını aştığımız için şuan sabit şekilde hareket ediyorduk. Uçak yolcuğundan tek farkı kalbimin çok hızlı atmasıydı.
Çocukluğumdan beri en büyük hayalim olan astronot olma hayalimi gerçekleştiriyordum. İçimde çok sevdiği oyuncağa kavuşan çocuk cıvıltısı vardı. Çığlık atıp dans etmek istiyordum. Aylarca hazırlandığım anı sonunda yaşıyordum. Benden mutlusu yoktu şuan. Mutluluğuma hüzün düşüren sevincimi paylaşamıyor olmaktı. Keşke yanımdaki bu kadar odun olmasaydı diye geçirdim içimden. Eğitimlerde birkaç kez karşılaşmıştık. Çok fazla tanımıyordum onu. Ama yabancı da sayılmazdı benim için.
Binlerce yıldır araştırılan uzay hakkında yeni yapılacak araştırmalar için gönderilmiştik. Tarihte denenmemiş bir şeyi deneyecektik. Solucan deliği oluşturup içinden geçecektik. Böylece gittiğimiz yeri seçecek, uzayda seyahati kısaltacaktık hatta ve hatta paralel evrenleri keşfedebilecektik. Biz de solucan deliği oluşturmakla kalmayıp aynı zaman da Mars'a gitmeyi deneyecektik. Yanımdaki adam bu işten anlayan kişiydi. O koordinatları girecek ben de araştırmayı yapacak kişiydim. İki kişilik küçük bir ekip Dünya'nın geleceğini değiştirecektik. Tabi hayattaki her şey gibi bu da kesin değildi. Çünkü tarihte bu daha önce hiç denenmemişti. Einstein'ın teorisinden beri araştırılıyordu. Sonunda somut bir şeyler elde etmek, insanlık için büyük bir adımdı. Einstein seneler öncesinden solucan deliği oluşturulup seyahat edebileceğimizi söylemişti. Bir nevi uzayda çift taraflı kapı inşa edecektik. Bunun tehlikeli boyutları da vardı tabi. O yüzden bizi uzayda Dünya'dan iki milyon km uzağa yolluyorlardı. Herhangi bir tehlikede Dünya'yı korumaktı amaç.
İnsanlar ne kadar bencil olurlarsa olsunlar Dünya söz konusu olduğunda kahraman oluyorlardı. Ben ve arkadaşım Jaime birlikte bu zor kararı verip gönüllü olmuştuk. Benim kaybedecek bir şeyim yoktu. Ancak Jaime'nin onu çok seven bir ailesi vardı. Onu çok seven iki çocuğu vardı. Bu fedakârlığı neden yaptığını anlayamıyordum. Belki de ben ona göre fazla duygusaldım. Benim iki çocuğum olsaydı onları bırakıp uzayda ne işim olacaktı. Ailem her şeyden önemli olurdu benim için.
Ben düşüncelere dalmışken Jaime uyukluyordu. Gözüm yüksekliği gösteren panele gitti. Gittikçe artmaya devam ediyordu. Acaba insanlar hala canlı yayından bizi izliyorlar mıydı? Düşüncelerime konsantre olamıyordum. Kafam sürekli karışıyordu. Bir o düşünceye dalıyor, bir öbürüne kanıyor en sonuncuyu da atlıyordum. Düşünceler karmaşası vardı zihnimde. Bu hissettiklerimin normal olduğunu sanıyordum. Çünkü bilinmezliğe gidiyordum. Duyduğum uzaktan izlediğim o eşsiz güzelliği yakından görmeye gidiyordum. Küçük kız çocuğu gibi çığlıklar atmak istiyordum. Belki konuşabilsem heyecanımı atacaktım ama Jaime o kadar konuşkandı ki (!) bana fırsat bırakmıyordu. Ona tekrar baktım. Taktığı kaskın içinde çok sakin bir şekilde uyuyordu. Keşke onun gibi uyuyabilseydim diye geçirdim içimden. Zaman daha hızlı geçerdi. İkinci ses dalgasını da geçtiğimizde epeyce yükselmiştik. Gözüm sürekli pencereden dışarıya kayıyordu. Gördüklerimi anlayamıyordum. Çok hızlı kayıyordu görmek istediklerim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HUMAN
Science Fictionİki astronot " Asrın Kaderi" adlı görev için uzaya gönderiliyorlar. "O her zaman yalnızdı."