3. Bölüm- İz

389 30 41
                                    

Demir olsam çürürdüm,
Toprak oldum da dayandım.

Yaşar Kemal

Tenime değen rüzgarın soğukluğu ile kalın paltoma biraz daha sokuldum.

Akşam ingilizce kursuna kaldığım için okuldan biraz geç çıkmıştım. Hava neredeyse kararmak üzereydi. Akşamın ayazı çökmüştü Ankara'ya.

Işığı yanan sokaklarda adımlarımı hızlandırıp yaklaştığım evime varmak için biraz daha acele ettim. İçimdeki korkuyu bastırmaya çalışırken gördüğüm apartmanım ile sakin bir nefes alıp cebimdeki anahtarı çıkardım.

Eski demir kapının her yanı paslanmıştı. Anahtarımı deliğe soktuğum sırada kapının zaten açık olduğunu fark ettim. Biraz şaşırsam da umursamadan girdim içeri.

Merdivenlere yönelecekken solumdaki gölgeyi fark etmemle çığlık atmak için açtığım dudaklarım büyük eller tarafından kapandı. İçimdeki korku çığ gibi büyürken sokakta bulmayan belanın evimde bulmasına lanet ederek beni esir alan adamın gözlerine baktım.

Kapkaraydı gözleri. Zaten karanlık olan apartman boşluğu ile derin bir kuyuya dönmüştü.

Kaçmak için çırpınmama fırsat vermeden duvara yasladı ona göre oldukça ufak olan bedenimi. Benden hayli uzun olan boyu 190 dan fazla gibiydi. Benim boyumun 165 olduğunu düşünürsek yanında minik kuş gibi kalmıştım. Kaslı kolları kaçmamın imkansız olduğunu yüzüme vuruyordu adeta.

Yüzü kasılmış köşeli çenesi seğiriyordu. Siyah sakalları siyah saçlarına karışmıştı. Saçları dağınık, koştuğunu belli edercesine ıslaktı.

Usulca kulağıma yaklaşıp fısıldaması ile içimin ürperdiğini hissetim.

"Şimdi beni evine götüreceksin. Merak etme sana bir zarar vermeyeceğim. Dışarda beni arayan adamlardan kurtulmam gerek."

Tanımadığım bir adamı evime alacak halim yok demek istesem de dudaklarıma sıkı sıkıya yapışmış parmakları buna engel oldu.

Yaşadığım kararsızlığı fark edince belinde duran tabancasını çıkarıp şakaklarıma dayadı. Hissettiğim panik katlanırken ayaklarım benden habersiz çıkmaya başlamıştı merdivenleri. Ona itaat ediyordum fark etmeden.

2. Katta olan evime geldiğimizde hala dudaklarımın üzerinde olan eli nefesimi daraltmıştı. Sakin kalmaya çalışıp cebimdeki anahtarla kapıyı açtım. Biz bunları yaşarken kimsenin evinden çıkmamış olmamasına lanet ederek girdim içeri. Zaten benimle bütün olan bedeni de benimle girdi ufak koridora.

Eve girdiğimiz an beni bırakması ile odama doğru koşmaya başladım. Zaten 1+1 olan evim ufak olduğu için bir kaç saniye içinde odamın kapısına gelmiştim.

Ama içeri giremedim. Ardımdan duyduğum gürültü ile bedenim oraya dönmüştü yeniden. İliklerime kadar korksam da onu öylece bırakıp gidemedim.

Bayılmıştı. Kapının eşiğinde bir külçe gibi yığılmıştı. Korkarak ona yaklaşırken zihnimden benimle oyun oynuyor sözleri geçiyordu. Evime psikopat bir sapığı almış olma ihtimalim yüksekti.

İyice yanına yaklaştığımda parkenin üzerine akan kırmızı sıvıyı gördüm. Yaralanmıştı. Titremeye başlayan bedenimi yanına bırakıp kriz gelmemesi için dua etmeye başladım. Çok fazla kan kaybediyordu ve ölmek üzereydi.

Ölümün zihnimde bıraktı buruk tat ciğerlerimi yakarken üzerindeki kabanı çıkarıp kana bulanmış kazağına baktım. Gerçekten de ölmek üzereydi.

Kazağını sıyırdığımda kırmızıya bulanmış karnındaki deliğe baktım korku ile. Vurulmuştu. Doğru söylüyordu dedi içimdeki ses. Peşindeki adamlar yapmış bunu dedi.

Ne yapacağımı bilemez halde yerimde salınırken aklıma onu salona taşımak geldi. Çok ağır olan bedenini zar zor hareket ettirirken soğuk olan evime lanet ettim. Kurşunla birlikte hastalıkla da mücadele etmek zorunda kalacaktı.

Solona taşımayı başardığım ağır bedenden inlemeler gelirken kendine geldiğini anladım. Canının acısı yüzüne oturmuştu. Kıpırdayan dudaklarının mora çaldığını fark ettiğimde kanayan yarası geldi yeniden aklıma.

Odama koşup tişörtlerimden birini aldım panikle. Kanı durdurmam gerekiyordu.

Yanına vardığımda kasılan yüzüne hüzünle baktım. Sayıklıyordu. Benim gibi o da sayıklıyordu.

Tişörtle yarasına bastırırken kulağımı ağzına yaklaştırdım daha iyi duyabilmek için.

"Anne..."

İçimde alevlenen yangın ile gözlerimin yaşardığını hissettim. Anne kelimesi öyle büyük yaraydı ki içimde, yerde yatan adamla aramda bağ kurulduğunu sezdim.

Kanı yavaşlatsam da kurşun hala içerideydi. Ne yapacağımı bilemez halde sağıma soluma bakındım bir süre.

Kararsızlıkla telefonumu çıkardım. Ambulansı arayacakken parmaklarıma dolanan soğuk parmaklar beni durdurdu. Siyah gözlerini yorgun bir şekilde gözlerime dikmişti. İçimde oluşan garip hissi göz ardı edip ona odaklandım.

"Arama hiçkimseyi. Hala dışardalar biz çıkar çıkmaz ikimizi de kurşuna dizerler."

Kısık sesi ile ürperdim. İçerde kalırsak o ölecekti, dışarı çıkarsak ikimiz birden. Hala elimin üzerinde duran parmaklarını bastırdı elime. Benden onay almak istiyordu aramamam için. Elimdeki kanın onun parmaklarına bulaştığını fark ettim. Yusuf'un parmaklarına da bulaşmıştı diyen iç sesimi susturup telefonu yere bıraktım yeniden.

Ölecekti. Benim kollarımın arasında ölecekti ve ben bir şey yapamayacaktım. Sen ölümsün dedi iç sesim sinsi bir yılan gibi. Titremeye başladığımda eşiğimde bekleyen nöbetin geldiğini anladım. O da ölecekti. Ellerinin değdiği kim varsa ölmeye mahkum dedi iç sesim bu kez.

Yanına yığıldığımda korktuğunu biliyordum. Başım kolunun üzerine düşmüştü. Kapanmış gözlerime bakmaya çalıştığını sezdim.

İkimiz de çaresizdik.

Beynimde yankılanan kelimeler ile yeniden başladı sayıklamalarım.

"Ölmüşler. Hepsi birden."

"Yazık çok yazık."

"Neden çıkmış yangın?"

"Yazık, yazık, yazık...
Çok yazık, çok yazık, çok yazık..."

"Ambulansı aradınız mı? Polisler nerede?"

"Çocukları götürün buradan."

"Kızı ambulansa alın. Yanmış sırtı çabuk olun."

Kelimeler durmuyordu. Ardı ardına bombardımana uğrayan beynim daha fazla dayanamadığında usul usul kapanan bilincim ile ölmemesi için dua ettim.

İkimiz de yan yana uzanmış öylece ölümü bekliyorduk sanki. Bilincim tamamen kapanmak üzereyken soğuk bir elin yanaklarıma değdiğini hissettim.

Ölümdüm ben. Etrafında bulunan herkesi yok eden bir lanettim. Sırtımdaki yanık izini hissettim o an. Bazı yaralar vardı, yaranın izleri bile sızlardı. Bunca yıl geçmişti aradan. Dile kolay on beş yıl. On beş yılda bir gün bile unutamamıştım ben. On beş yılda, hergün sızlamıştı o iz.

MÜHÜRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin