9. Bölüm- kaderin hesapları

285 26 24
                                    

Ölüm ile ayrılığı tartmışlar
Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık

Karacaoğlan

Elimi saçlarımda gezdirdim bir süre. Ufak incili taç tam oturmuştu. Mavi gözlerimdeki kaybolan ışığı yerine getirmek için uğraşsam da olmadı.

Emir'in evindeydim. Eski evin üst katına çıkarmışlardı beni. Burası aşağıya nazaran daha yaşanılabilir duruyordu. Her ne kadar duvarların yer yer boyaları dökülmüş olsa da ev temizdi. Içinde olduğum oda bir yata bir dolay ve basit bir makyaf masasından ibaretti. Aynadaki yansımamdan gururla beni izleyen kuaför ortaya çıkardığı eserinden memnun gibiydi. Ben bile şaşırmıştım, hoşuma gitmişti.

Saçlarımı gevşek dağınık bir topuz yapıp iki bukle saçımı dalgalı şekilde önüme bırakmıştı. Inci taç ufak bir şekilde başımın sağına konulmuş, topuzumun üzerine de birkaç inci tanesi serpiştirilmişti.

Yüzümdeki makyaj oldukça sade ama gözlerimi ön plana çıkaran bir makyajdı.

Üzerime tam oturan gelinlik zarif bir şekilde iniyordu belimden aşağı. Fazla kabarmadan ince bir elbise gibi.

Çok beğenmiştim bu halimi.

İçime dönüp kendimi dinledim bir süre. İlk defa gururla beni izleyen içimdeki kadına baktım sakince. Gözlerinde gurur, yüzünde mağrur bir ifade vardı. Onu geçip küçük Alya'ya geldim. O kızgındı bana. Aşık olduğu adam dünyanın bir yerinde nefes almaya devam ederken benim başka bir adamın soy adı ile yaşamama içerlemişti. Ondan af dileyerek derin kuyunun başına geldim bu kez. Kuyu sonsuz kadar derin olsa da ben dibini görebilirdim çünkü görmek istediğim yegane şey oradaydı.

Gözlerini dikmiş bana bakıyordu. İlk defa sakin değildi, ilk defa umursamaz değildi. İlk defa bana kinle değilde korkuyla bakıyordu. İçime gömdüğüm adam mezarı açılacak diye korkuyordu.

Elimi uzattım sevgiyle. Onu benden kimse söküp alamazdı. Eğer bu dünyada birine  yeniden aşık olacaksam o yalnızca Yusuf olurdu. Ben dönüp dolaşıp yine ona aşık olacaktım. Biliyordum.

Kuyudan uzaklaşırken yavaş yavaş onunda bana elini uzattığını fark ettim. Onu kuyudan kurtarmamı istiyordu. Hayır anlamında başımı sallarken elinin umutsuzca yanına düşüşünü izledim.

Daldığım düşüncelerden çalan kapı ile sıyrıldım. Yine o adam gelmişti. Emir'e pansuman yapan adamdı. Adını halâ sormamış olmama şaşırıp ayağa kalktım. O ise kocaman olmuş gözleri ile yanıma geldi.

"Bizim oğlan ne diye bu kadar ayak diredi anlamıyorum. Cillop gibi hatunsun işte."

Güldüm söylediği şeylerle. İnsanın birini sadece güzel olduğu için sevmeyeceğini ona anlatamazdım. Bunu anlaması için aşık olması gerekirdi önce. Ömrü boyunca görmeyeceğini bile bile aşık olması gerekirdi.

Centilmen bir abi gibi kolunu uzattı bana. İçimdeki tereddütü geri plana atıp girdim koluna. İçimdeki yokluk dolacak gibi değildi ama evden çıkarken kendi yokluğumun yerini onlarca çocuğun yokluğu aldı. Evin etrafına doluşmuş onlarca çocuk vardı. Onlar da en az benim kadar kimsesizlerdi ama burda birbirlerine aile olmayı öğrenmişlerdi.

Bense onların belki de evi bildikleri adamı onlardan bir parça çalıyordum. Yüzlerinde hüzünle karışık mutluluk olması bundandı. Abileri için mutlu olsalar da artık onu paylaşacaklardı.

Titreyen ayaklarıma inat dik durmaya çalıştım. Hala adını sormadığım adam elimin üzerine elini bırakıp beni sakinleştirmek için çabaladı. Ama boşuna bir çabaydı. Ben bugün sevdiğim  adama verdiğim sözü ezecektim. Gözlerim kapanırken kuyudaki Yusuf o gün söylediklerini tekrarladı.

MÜHÜRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin