"Bir şeyler değişecek mi? Muhtemelen hayır ama bugün bitti."
•••"Bir kahve iç, Chaeyoung. Her an uyuyakalacakmış gibi görünüyorsun. Böyle sınavının iyi geçeceğine inanıyor musun cidden?" Babamın sözleriyle uykusuzluktan sızlayan gözlerimi ovuşturarak başımı iki yana salladım. "Uyuyakalmayacağım, geceden beri üç kez kahve içtim zaten."
Kahvesinden bir yudum aldı. "Ben sadece uyarıyorum. Bu son şansın unutma." Ayağa kalkarak sandalyeye asılı duran çantamı aldım. "Unutmuyorum zaten baba. Unutmama izin vermiyorsunuz."
Stresten avuçlarım terliyor, başım dönüyordu. Uykusuzluk da stresime eklendiğinde aslında tam olarak berbat hissediyordum. Gece boyunca uyuyamamış, ders çalışmıştım. Ve kafamın içinde dönüp duran kelimeler vardı. Onun bana söylediklerini düşünüp durmuştum. Bana daha önce hiç kimse beni sevdiğini söylememiş, sevdiğini belli edecek herhangi bir hareket dahi yapmamıştı. Hatta belki de beni annem ve babam dahil kimse beni sevmemişti bile.
Ama o, bana beni sevdiğini söylemişti. Bunu belli edecek şeyler yapmıştı. Buna alışık değildim ve bu hisler bana o kadar yabancıydı ki tuhaf bir heyecanın yanında korkuyu da hissediyordum. Çünkü beni asıl sevmesi gereken insanlar ailem ilken onlar beni ders çalışması gereken bir robot olarak görüyor, hakkımda başka hiçbir şeyi bilmiyor veya önemsemiyorlardı. Bir başkası beni sevebilir miydi?
Ben sevilebilecek biri miydim sahiden?
Ailem sevmiyorken, bir başkası sever miydi beni?
Bunu düşünmek beni korkutuyordu ve bu sevginin altında bir art niyet aramama, güvensizlik duymama neden oluyordu. Korkularımın yersiz olmasını daha önce hiç bu kadar istememiştim.
Kapının önünde beni bekleyen arabaya binerken, ellerimi ağrıyan şakaklarıma götürdüm. Sınav saati yaklaştıkça daha kötü hissediyordum. Eğer bu defa da başaramazsam benim için her şey olduğundan kat kat daha zor olacaktı. O kadar güçlü olduğumu sanmıyordum. İçinde bulunduğum ana tahammül edebilmek beni mahvediyorken bundan daha zorlayıcısını düşünmek bile istemiyordum.
Başımı arabanın camına yaslayarak gözlerimi birkaç dakika dinlendirmek için kapattım. Uyumak istiyordum. Uyumaya ihtiyacım vardı.
"Küçük hanım, okula geldik. Sınavınız birazdan başlayacak, lütfen uyanın." Omzumda hafif bir dürtme hissederek irkildim ve başımı yasladığım yerden kaldırarak etrafıma bakındım. Arabadaydım ve muhtemelen uyumuştum. Ayılmak istercesine gözlerimi ovuşturdum. "Kaç dakika kaldı sınavın başlamasına?" diye sordum şoföre bakarak. Bileğindeki saate baktı. "Tam olarak yedi dakikanız kaldı." Gözlerim şokla aralandı. Beş dakika kala kağıtlar dağıtılırdı ve sınava girişe izin verilmezdi. Yetişemezen, bir hafta sonra yapılan mazeret sınavına girmek zorundaydın.
Arabadan indim ve koşarak okula girdim. Sınav için sınıflarımızı karıştırıyorlardı. Girişteki panoya asılı listelerde adımı bulduğumda sıkıntıyla elimi saçlarımdan geçirdim. Sınıfım en üst kattaydı. Koşarak merdivenlere ilerledim.
Nefes nefese sınıftan içeriye girdiğimde, saatine bakan öğretmen sert bir ifadeyle bana baktı.
"On saniye daha geç kalsaydın sınava giremeyecektin Roseanne. Sanırım sınıfa gelmek için bir davetiyeye ihtiyaç duyuyordun."
Ellerimi dizlerime koyarak bekledim ve nefes almaya çalıştım. "Özür dilerim," dedim soluk soluğa kalmış bir şekilde. Başını salladı. "Yerine geç."
En arka sıraya doğru baktım. Oturmam gereken sıraya ve yanında oturacağım kişiye. O... Onunla aynı sınıfta sınava girmek dikkatimi yeterince dağıtmayacakmış gibi, bir de yanımda mı oturuyordu yani? Sıkıntıyla iç çektiğimde, Park Jimin bana gülümseyerek göz kırptı.
Yanına ilerleyerek çantamı bıraktığımda "Günaydın, Rosie," dedi neşeli bir sesle. Neşesine anlam veremezken "Sana da günaydın," diye cevap verdim. Sesim onun neşeli sesinin yanında bir robotun konuşmasından farksız gibiydi.
Kalemimi çantamdan çıkarıp masaya bıraktım ve acıyan gözlerimi tekrar ovuşturdum. Tüm bunları yaparken onun bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Tanrı aşkına! Bana böyle bakarsa sorulara nasıl odaklanacaktım ben? Gözlerimi kısarak ona baktım. "Bana şöyle bakmayı bırakır mısın lütfen?" dediğimde sırıttı. "Dikkatini dağıtıyorum değil mi?" Sinirle başımı iki yana salladım. Sinirimin sebebi tamamen haklı ve sinir bozucu şekilde sevimli olmasıydı. Şu an dikkatimi dağıtabilecek her şey onun aptal gülüşünde mevcuttu.
Önüme koyulan sınav kağıdıyla, kısa bir süre için unuttuğum stres tekrar geri geldi ve kalemi tutan elim terlemeye, kalem parmaklarım arasında kaymaya başladı. "Başlayabilirsiniz," diyen öğretmenle sınav kitapçığını açtım ve soruları sakin olmaya çalışacak çözmeye başladım. İlk birkaç dakika soruları çözmek kolaydı ancak okudukça uykum gelmeye, kalem elimden sürekli düşmeye başlamıştı. "Uyuma Rosie," diye fısıldadım kendi kendime. "Sakın uyuma, uyursan işin biter."
O an, saçlarımda varla yok arası dolaşan parmakları hissettim. Park Jimin ellerini saçlarımda gezdiriyor, adeta uyumam için yapıyordu bunu. Kalem elimden tekrar kayıp düştüğünde, onu tekrar alacak gücü kendimde bulamadım. Başım yavaşça masaya yaslandığında "Uyu, Rosie," diye fısıldadı. "Buna ihtiyacın var."
"Ama..." diye başlasam da, devamını getiremedim. Neden yapmıştı bunu? Neden uyumam için uğraşıyordu? Birinci olamadığımda ne olacağını bilmiyor muydu? Neden direnemiyordum ona?
Günlerdir savaştığım uykusuzluk tam da sınav esnasında galip geldi ve ben o sınavda, Park Jimin'in elleri saçlarımda dolaşırken uykuya daldım.
🦋Lily🦋
ŞİMDİ OKUDUĞUN
stay with me | jirosé
Fanfiction"Diğerleriyle geçen derin konuşmalardansa, seninle garip bir sessizliğin içinde olmayı tercih ederim." ••• Park Chaeyoung, ailesinin kusursuz olması için uyguladığı baskılarla başa çıkmaya çalışmaktan yorulmuştu. Ve Park Jimin, sevdiği kızın günden...