Hyunjin'in bir haftasının ikinci günü, sabah erken kalkıp Chan uyurken bir şeyler atıştırdıktan sonra sağlıklı bir insan gibi su içiyor ve ders çalışıyorum.
O da öğlene doğru uyanıyor. Kapısının açılışından anlıyorum. Benimki de normalin aksine bu kez aralı.
Kapımın kapalı olacağını varsaydığından odasından altında yalnızca donuyla çıkıyor. Çıplak gövdesinin bana yaşattığı ufak heyecanlara alışık olsam da bacakları ve iç çamaşırının yapıştığı kalçaları başka vuruyor.
Yanlış olduğunu biliyorum. İkimizin de aynı üreme organına sahip olduğumuz gerçeği değil benim ondan hoşlanıyor olma gerçeğime göre ahlaksızca.
Ben ahlak algısını aşmış olabilirim ancak Chan, onunla yaşamayı alışkanlık haline getirmiş.
Bu yüzden kapıyı su sesinin kesildiğini duyduktan sonra elimden geldiğince sessiz bir şekilde kapatıyor ve yerime geri dönüyorum.
Yıllardır ilk filmimi izliyorum o gün. Ekranın başında oturmak, hele de internet bu kadar kötüyken felaket ancak geri dönüş yapmaya böyle basit şeylerle ihtiyacım var.
Mutfaktan su alıp geri döndüğümde, artık giyinmiş olduğunu bildiğimden kapıyı yeniden kapatmıyorum. Yerin ortasına oturuyorum.
Elinde baş havlusuyla ıslakken iyiden iyiye dalgalanan saçlarını kurutarak hızla oturma odasına gidiyor. Bir şey arıyor.
Sormak yerine o gergin ifadesiyle kapımın önünden geçerken duraksıyor. Hala sormuyor. Bilmiyorum diyeceğimden emin. Sanırım bilgisayardan gelen sesi tanıdı. İzin istemeden yavaşça odama giriyor.
"Ben bunu izlemiştim. Güzel baya." diyor.
"Evet."
Filmi zerre kadar sevmedim. Bir daha uğramazsa bilgisayarı kapatacağım ama bana çile çektirmek ister gibi, sanki hala dünün acısını çıkarıyor, yerdeki dağınık kağıtları eğilerek bir kenara itip yanıma oturuyor. Beklediğim bir şey değildi. Bu film iki kez izlenmez.
Ama o izliyor işte. Hem de bir an olsun bana bakmadan, hafızasını büyük bir istekle tazeleme amacı güderek.
Önce elleri bağdaş kurunca heybetiyle iki yama savrulmuş dizlerinin üzerinde, ekrana eğildiğinden sırtı kambur. Ben de dizlerimi kendime çekmiş, kollarımı onların üzerine koyup geriye uzatmış, sırtım bazaya yaslı izliyorum. Bir onu bir filmi.
Chan zelzelelerin adamı. Yürüyüşü, bakışı, yanında sizi umursamadan nefes alışı dahi benim gibi etiketini bulamamış lanetli bir ibneyseniz sanki size en büyük kötülüğü yapıyormuşcasına kalbinizi didik didik arayıp hassas noktalarına elini basıyor.
Üstelik ben de bıraktığı bu yersiz kahrolasıca histen bi'haber. Daha çok kırıyor ama bir suçu yok değil mi? Ondan ortada hiçbir şey yokken ona gizlediğim tohumlarıma su serpmesini beklemek, olmayınca da yerin altında çürümek benim kabahatim.
"O kadar da üzücü bir film değil. Niye böyle bakıyorsun..."
Sen üzüyorsun demiyorum. Başka tartışmalara gerek yok.
"Gerçekten merak ediyor musun?"
Bu neydi şimdi? Ona neden gözlerimin yandığını, birazdan yanımdan gidince de tişörtümün yakasına sileceğimi gerçekten merak edip etmediğini sormak nereden çıktı?
"Konuşmak için sordum."
"Canım istiyor."
"Neyi?"
Uzattığım kollarımı kırıp dizlerimin üstünde üst üste koyuyorum. Dudaklarımı gizliyor ve bu sabah taradığım saçlarımın altından ıslak bakıyorum.
"Üzülmeyi."
Sinir bozucu olmalı. Bunu istemesem tohumları ekmem değil mi? Çünkü yağmurun Chan'dan gelmeyeceğini hep biliyordum.
"Tuhafsın," diyor. İlk söyleyen de değil. O yüzden tonundan ezbere bilirim anlamını.
"Biliyorum, derler öyle."
Ama o kendisinin ne ima ettiğinden emin bile değil.
"Bu kitaplar. Değişik ruh hallerin. Okunamayan el yazın filan. Ondan mı?" diye soruyor.
Yıllar geçti ve ben el yazım konusunda kendim bile bazen okuyamadığım halde, aslında her zaman çünkü onları ezberliyorum, gündeme getirmesinde alınganlık ediyorum.
Konuşmak beni hep geriyor. Yazıyorum, kabul ama konuşamıyorum işte.
"Ruhum- hali derken kast ettiğin neyi?"
Yüzüme aval aval bakıyor. Zor olmalı. El yazımdan bahsetmek istemiyorum.
"Görüyorum bazen," diyor. Kendince toparlamış. "Hayalet gibi geziyorsun. Neyi nereye koyacağını şaşırıyorsun farkında olmadan. Hepsinin yerini ben düzeltiyorum. Bazen yüzün normal, bazen o gün uyanmış... ve hüznü seçmiş gibi?"
Yutkunuyorum, boğazımın iki kıyısı birbirine değemiyor. Bir daha deniyorum.
"O kadar mı vasatım gözünde?"
Bu bir rüya olmalı. Chan'ın benden habersiz, ben onu izlemiyorken yüzüme baktığını öğrenmemeliydim. Umursanmadan kalmalıydım.
"Hayır. Tuhafsın demiştim ya."
Hiç değilse filmi izlemek zorunda değilim.
Bana benden bahsetmesi hoşuma gitmiyor. Konuşulacak en değersiz konuyum ben. Chan'ın ağzından Chan'dan başka şeyi merak etmiyorum.
"Bilmiyorum ki. Sen niye böylesin?" Sonunda sordum. Şimdi nasılım diyecek. Cevabım yok ona.
"Seni tanımadığım için herhalde." Beklemiyordum. "Düzenin ne bilmiyorum. Daha önce bir şeyi yapmamamı söylemedin."
O zaman kafama dank ediyor. Gerçekten de beni merak ettiği için değil ev arkadaşı olarak birbirimizi etkileyem davranışlarımızı tartışmanın zamanının geldiğini düşündüğü için konuşuyor olabilir mi?
"Yaptıklarım seni rahatsız mı ediyor?" diye soruyorum. "Konuyu çabucak değiştiriyorsun," cümlesiyle sitem ediyor. Kafamdan akan 10 kazan kaynar su.
"Yanlış anladın. Bazen peyniri filan bakliyatların yanına koyduğun oluyor ama düzeltiyorum, öyle ufak şeyler yani, problem değil. Herhalde dolaplar yan yana diye."
O akşam ona yardım ettim. Dediğim gibi, yaptığı yemeğe konmamak için ama bu bahanemi de söylemedim. Kibarca emirler verdi durdu, ne diyorsa yaptım ben de. Arada kontrol de ediyordu.
Filme de devam etmedim. Bir daha yapmam deyince iç çekerek kalktı yanımdan çünkü. Kendimi yatağa atıp battaniyemin altında sessizce, küçülmüş durmaktan başka ne yapabilirdim ki? Uyuya kalmışım. Chan'ın mutfaktan gelen seslerini duymasam beni akşam yemeğine kaldıracaktı. Ne tuhaf. Şüphem yoktu her nedense.
Bulaşıklarla da ilgilendim. Belki gözüne girmek için belki de bahsettiği rezilliği örtmeye çalışarak vicdanımı rahatlatmak için.
Bir şeyler yapmaya çalıştı ama iki kişiydik ya biz, birer tabaktan başka hiçbir şeyimiz yoktu. Sonunda o da vazgeçip beni musluğun başında bıraktı ve balkona çıktı. Hiç olmadığı kadar çok oturdu.
Bir kezcik, ben abur cubur bir şeyler ararken gözlerinin içeri kaydığına şahit oldum. Oyalanacak fazla şeyim kalmamıştı.
Keşke Hyunjin'in bitki çaylarından koca bir kupayla ben de balkona çıkabilse ve Chan'ın yanında sessizce boş sokağı seyredebilseydim.
*
ye
8 dk var yapcak sey bulamiyom
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çok Sarhoşum Ay Topu, Chansung
Fanfictiondördüncü ayın on dördü ve bundan on yedi yıl öncesi.