Muhtemelen günlerce içinden çıkamayacağım bir bataklığın içinde, oraya yerleşmiş inatçı ve pis bir sazlık olarak duruyorum ama dikilemiyorum. Uzun zamandır yatağımın içindeyim. Chan'ı görmek istemediğim zamanlar battaniyemin altında, onun odası karanlık oluyor bahanesiyle buraya getirdiği dersini izlerken yastığımı yatağın sonuna atmış, tam da arkasında izliyorum ensesini.
Düşünebildiğim şeylerin varabildiği son nokta Chan'ın düzenli tıraş edildiğinden sırtına saç inemeyen parlak ensesi. Sinir bozucu.
Sanırım bir gün doldu. Gece vakti. Ben uzun bir süre yalnız kaldıktan sona Hyunjin yanıma gelip her şeyden habersiz, baya baya rol yapıyordu ama insanlar bunu marifet sayıyor ya, yemeğe çağırdı. Ben de aç karnımın peşinden tıpış tıpış mutfağa gidip onunla beraber yedim ve neyseki bana tek kelime bile etmedi.
Ona Chan'ın nerede olduğunu sorsaydım sanırım o zaman susmak bilmezdi.
Chan neredeydi? Yalnızca odama geri dönerken kapalı kapısına baktım ve gerisini düşenemedim çünkü dedigim gibi, artık hiçbir şey düşünemiyorum.
Bu bir yalan. Aklımdan tek bir saniye içinde hızla geçip beni tamamen cökertecek şeyleri tanımlayamadığım ve sayamadığımdan bomboş olduğunu söylüyorum. Şu andan başka hiçbir şeyim yok.
Chan bunadığım fikrinde olabilir. Bu yüzden önce korkmuş, tüm gün gözükmedikten sonra gecenin bir vakti yanıma gelmiş ve hiç rahatsız eder miyim demeden benim bilgisayarıma oturmuştur.
Kendi bilgisayarındaki problem; herhalde tahtaları fırlamış arkadaşını tek başına bırakmadan önce ona kabaca davranıp, eğer kesin bir şey istiyorsa travmaları tetiklemek derim, daha da üzmek suçluluğu.
Ne yaptığı ve sonra da düzeltmek için ne yaptığı umurumda değil. Benim odamda, yatağıma yaslanmış takır takur klavye parçalaması beni rahatsız etmekten başka bir şey yapmıyor.
Ve ikinci gün, onun nefes sesleri yüzünden kendi mental çöküşüme odaklanamayınca ensesine yapıştırmaya kalkıştım ama onun bundan haberi yok.
Arkasındaydım. Yeni doğan güneşin kapalı perdelere rağmen içeri soktuğu ışıkta siluetim, ekranın üzerindeydi ama bir anda bütün bir parmağımı burun deliğime soksam bunu fark etmezdi.
Kaldırdığım elimi son anda onun tişörtüne geçirmiş, zorla yukarı çekmiştim. Neye uğradığını şaşırmış ve kaşlarını kaldırmış bana bakarken ben onu yattığım yerden yatağa çekince bilgisayarın ekranını kapatıp onu hızla yere koydu ve bana dönmeye çalıştı.
"Ne yapıyorsun?" Derken öyle çekmeye öyle devam etmişim ki tişörtün yakası kafasından çıkıyordu.
Sadece gürültüyü kesmesini istemiştim. Kendini yatağıma atıp bu kez de burayı ele geçirmesini beklemiyordum.
Yatağın asıl baş tarafına, benim uzandığım yönün tam tersine karın üstü bıraktı kendini. Yorulmuştum.
Yakasını tutan elim sonunda inmiş ve yastığımın altındaki diğer elimin yanına yerleşivermişti. Battaniyeyi üzerime çekmeye üşendiğimden içine doğru kaydım. Dizlerim Chan'ın bir yerine çarptı.
Gözlerimi yeniden yumdum ve saniyeler sonra battaniyedeki kıpırtıyla beraber yatak da sallanmaya başladı. Durdu.
Biz birlikte uyumadık. Yalnızca aynı yatağın farklı uçlarında birkaç saatçik, birbirimize değmeden dalıp gittik.
Kendimi Chan'a daha yakın hissetmedim. Beni sevdiğini filan düşünmedim. Umut zaten bir şeyleri bitirmemek için bahane. Bende de yok.
Ya bir tanrıya ya da sevgiliye ihtiyacım var. Artık Chan'ı sevemiyor olmak korkusu var. Haklı çıkmak istemiyorum. Kendi aşkımı göremiyorum. Ya gözyaşlarımdan ya da her şeye ağır basan hayal kırıklığından.
Resmen, onunla aynı yatağın için ağladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çok Sarhoşum Ay Topu, Chansung
Fanfictiondördüncü ayın on dördü ve bundan on yedi yıl öncesi.