İnsanların çoğunluğu, en azından benim hayatım boyunca gözleme fırsatını bulabildiğim tüm saniyelik insanlar dahil, sorunlarına çözüm bulmak yerine hüznünü tatmaya ve müptelası oldukları bu tada sıkı sıkı bağlanmaya meyilli.
Chan ise işi uzatıyor. Önce kendi düşünüyor, sonra başkalarının fikirlerini umursuyor gibi yapıp kendi düşünmeye devam ediyor ve hiçbir zaman fiilen bir şey yapmak yerine insanları salak yerine koyarcasına her şeyin sonunda derin bir hüzne kapılmaktan başka bir şey yapmıyor.
Bana sorarsanız asıl salak kendisi ve ben ona boşu boşuna yardım etmeye çalışan bir insan değil boşu boşuna salak olduğunu anlatmaya çalışan bir insanım. Hayatındaki yerim, ona karakterinin zayıf yanlarını yüzüne çarpman, kimsenin kendisine özel olarak dikkat etmediği ama sürekli gördüğü oyuncu olmak.
Bu onun için problem değil çünkü dediğim gibi Chan ben ona ne dersem diyeyim dışarıdan bakıldığında hak veriyor görünüp içeride aslında ona ait olmayan bir hüznü yaşamaya çalışacaktır. Bu onun hüznü değil, ona aptal olduğunu söylemem aslında onun canını yakmıyor. O öyle olması gerektiğini düşündüğü için yapıyor hepsini.
Bugün asıl üzüldüğü şey, hala açık açık söylemekten çekinse de Hyunjin.
Ve inanın, teselli bulmam için geldiği ev arkadaşı Jisung ona gerçeği söylemekten geri durmayacak çünkü onun da maalsef görgülerin önüne geçen bir aşkı ve kendini korumak için oluşturulmuş, karakterinin kabuğunu oluşturan bencilliği var.
Neyse ki var çünkü olmasaydı işte o zaman bir ezik bir yüzsüz olur ve Chan'a asla kabul etmeyeceği umutları teklif ederdim.
Ben onun kadar aptal değilim. Biz birbirimize hiç benzemiyoruz.
"Yemekten sonra geç oldu diye Changbin'in evine gitmişler. Merak ediyorsan yani."
"Tahmin ettim."
Kesinlikle konuşmak istemiyor, onun yerine benden onu o anlık iyi hissettirecek bir söz bekliyor.
Ondan daha aptal olmadığımı iddia etsem de her beş saniyede bir, canının sıkkın olması içimi titrettiğinden sorun yok demek istiyorum.
Birbirimize bakmıyoruz. Sırtım ona dönük. O da en samimiyetsiz şekilde bacaklarımın arkasına değen diz kapakları ona hiçbir şey ifade etmiyormuş, rahatsız bile etmiyormuş gibi umursamazca gözleri kapalı yatıyor.
"Evi yakın olduğu için değil ama, biliyorsun değil mi?" Yaklaşık bir saattir uyandık olduğumdan sesim normalde olduğu kadar düzgün. Yalnızca bir bardak suyun gidereceği bir pürüz var boğazımda ancak bu pürüz, söylediğim sözün keskinliğini yavaşlatmadı.
"Yapma."
Bunun giderek benim meselem ve benim kalp kırıklığım haline gelmesinden nefret ediyorum.
"O zaman neden buradasın?"
Sevdiğim adam benimle aynı yatakta ancak ben onun buradan gitmesi için ağlamanın eşiğindeyim. Çok fazla yaşadım ve daha fazla geçici bir sığınak olabileceğimi sanmıyorum. Bana ihtiyacı olan Chan olsa bile.
"Yalnız kalmak istemedim."
Kimse olmadığı için ben varım. Artık hangisi yıkım sebebim olacak karar veremiyorum.
"Eğer sıradan arkadaşlar olsaydık şu anda yanımda yatman normal olurdu," dedim ancak ben onunls sıradan arkadaşlar olmayı hiç istemedim. "Belki o zaman seni kovabilirdim."
Bu bir itiraf mıydı? Bunca sessizlikten sonra yanımda kaldığı birkaç gün yüzünden bu kadar açılmak kendime saygısızlık.
Engel olamıyorum ama.
Hala sırtım ona dönükken doğrulmuş, kapalı perdelerin ardında doğumu yavaş yavaş gelen güneşin saçtığı depresif ışığa yüzümü, Chan'a da arkamı verip ellerimi geriye koymuştum.
Sağ elimden destek alırken solu kaldırıp kendi kendimi bana getirmek ve bu uyku mahmurluğundan sıyrılmak için yüzümü ovuşturuyorum.
Yüzümü gördüğünü sanmıyorum. Belki çenem. Emin değilim.
"Gay pornosu izliyorum."
İşte itiraf olan bu. Görünürde Chan'ın kalp kırıklığıyla yakından bir alakası yok ama bu, ona neden yardım etmek istemediğimin sebebinin bir başka şekli.
Tek bir solukta "tamam," diyor. Ya sonra? Yine benim konuşmam gerekiyor.
O da doğruluyor. Sonunda başımı çevirdiğimde sırtıyla karşılaşıyorum. Neden oldu bilmiyorum. Ona dönmüş, bacaklarımdan biri battaniyenin altında, öteki dizim kırılmış ve ayağım kalçamın altında; tam da onun dibinde oturuyorum. Çıplak ensesine çok yakınım. İki gün öncesinden çok daha farklı çünkü o zaman o ensesibe şaplak atmak isterken şimdi izin verse alnımı dayayacak ve öyle sarhoş halde uyuklayacağım.
Beni heyecanlandırıyor. Çenemi kaldırıp arsızca çıplak boynundan bir nefes alıyorum ve geri çekilmek tüm gücümü alıyor. Başım dönüyor sanki.
"Chan," diyorum fısıltıyla. Bu kadar yakınındayken onu ürpertmemek için. "Ben sana... istediğin yolda yardımcı olamam."
Uzun bir nefes alıyor. Düşmüş omuzları anlık bir gururla zirveye çıktıktan saniyeler sonra yeniden dökülüyor. Minik kirpiklerini, yeni tıraş ettiği sakallarının pürüzlü yanağındaki ufak mezarlarını, yuvarlak çenesinin bağlandığı pespembe kulaklarını yakından görüyorum.
Tam da başını bana çevirirken pişman oldum. Onu artık sevmediğimi söylemek bir saçmalık. En başında ona tatlı sözler söylemeli ve gerisini ona bırakmalıydım. Aptal olmalıydım.
"Yardımını istemedim."
Derin bir nefes.
"Ah..."
Bu iç çekiş bana ait. Onun ölmüş gerçeğine bir armağan.
Alnım, çıplak omzuna düşüyor. Gözlerim kapanıyor. Başını çevirdiğini hissediyorum ama ellerim onun beline tırmanıp tişörtü üzerinden kayarak birbirlerinin yanından geçerken vücudu kast kastı kesiliyor. Kollarımla ona sıkı sıkı sarılıyorum.
"Ne istiyorsun?" diye yineliyorum bu kez gerçeği söylemesini bekleyerek.
Ona sarıldığıma inanamıyorum.
Gevşek değil kollarım. Karnına yerleşmiş parmaklarım sonuna kadar açılmış, avuçlarım tişörtünün katlarını altına almış. Nefeslerini takip edebiliyorum.
"Şu an için sadece burda kalmak."
Yalnız kalmamak. Elbette acıtıyor ama şu an için burada kalmak, şu an için bu acıya göz yummak.
Onu beraberimde hem başkasından hem dış dünyadan çekip kendi dünyama alıyor, onunla birlikte yatağa gömülüyorum. Birbirimize bakmak ve görebilmek için çok erken.
*
Hazırda bir bölümüm kaldı sj yarından sonra gelmeyebilir
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çok Sarhoşum Ay Topu, Chansung
Fanfictiondördüncü ayın on dördü ve bundan on yedi yıl öncesi.