Yalnızca birkaç gün içinde kat ettiğimiz yol inanılmazdı. Artık ona yardım ediyorum ayağına mutfakta ezana bir saat kala peşinde dolanıp durabiliyor ve konuşmuyor da olsak yirmi dört saatimin yaklaşık bir buçuğunu, zor buluyordu buçukluk kısmını ama, onunla geçirebiliyordum.
Ve gerçekten ama gerçekten sıradışı.
Benim sıradanlık bilmeyen gözlerime özgü bir pürüz değil bu. Sanırım Chan da aynı hissediyor. Ara sıra attığı adımları takip etmek yerine işlerine yardım edince, sebze yıkamak ya da ambalajları çöpe atmak gibi, önce duraksıyor, çıplak omuzları geriliyor, başı bana bakmak ve bakmamak kararı arasında gidip gelirken kasılıyor ve gözlerimiz buluşunca sonunda hep önüne dönüyor.
En iyi tarafı ise çıplak görmeye alıştığım gövdesini mutfaktayken yeşil mutfak önlüğüyle görmek.
Üzeri örtülmüş olan her ne olursa olsun daha ilgi çeker, arsızlığımızı tetikler ya, o mutfak önlüğü bunu yapıyor. Chan'ın aramızdaki mesafeyi azalttığı her bir adımında yüreğimi bildiğiniz ağzıma getiriyor.
Arkada bağladığı ipleri asla bembeyaz, ısırılası sırtını sarmıyor. Sırtının ortasındaki oyuktan geçerken oraya değememesi, ileri atılıp benim bizzat parmaklarımı oraya yerleştirmemi arzulatıyor.
Ne kadar farkında bilmiyorum. Eğer rahatsız olduğu hissine kapılmaktan daha fazlası başıma gelseydi bir daha yüzüne bakamazdım. Geceye doğru yaptığı çayın taze dumanına sığınıyorum tüm her şeyden.
Yine balkona çıkıp da yanında durmadım ama oturma odasında birlikte, ders bahanesi olmadan oturduk ve televizyon izledik.
Verimli değildi. Plotu sormadan anlamaya çalışıyordum ancak bilmem gereken tek şey zincirin ilk halkası olduğundan tahmin yürüterek sorgulamadan seyrettim.
Chan. O bardağını kanepenin ahşap kolluğuna koymuş, televizyonu tam anlamıyor görebilmek için yan oturmuş tatlı tatlı, büyük bir ilgiyle seyrediyordu. Kolu kanepenin sırtında, vücudun sol yanı kanepe yaslı ve sağ ayağı kıçının altındayken kanepeden yana olan sol dizi karnına çekili halde.
Akşam serin oluyordu, yatarken çıkaracak da olsa üzerine bir tişört geçirip gelmişti.
Bir başkasının, diziyi yüzümde kafa karışıklığın izleriyle seyrettiğimi ve inatla orada oturmaya devam etmemin sebebinin Chan'ın televizyona olan ilgisi olduğunu anlaması zor değildi. Belki de diziyi değil Chan'ı anlamaya çalışıyordum en başından beri.
Çabamın yararı olsun dedim ve reklam arasında Chan'dan önce kalkıp odama gittim. Geri döndüğümde eli hala başının altındaydı. Kanalları geziyordu.
Onun aksine onun oturduğu kanepeye dönük oturdum. Ayaklarımı kaldırıp kanepeye bastım ve bu ona tuhaf geldi. Odağımın tek hareketi kumandanın tuşlarına basmak olan Chan'da olması.
Gözleri bana dönmüş, eli durmuştu. Gözlerimi kırptım ve televizyondan tarafa döndüm.
Başım kanepeye yaslı halde onun durduğu yeni reklam arasını geçirmelik diziye baktım.
Ve gece yarısına doğru uyuya kalmışım.
Yani, en azından Chan beni dürttüğünde pozisyonumu bozup kanepeye yığılırken birer tonluk göz kapaklarımız arasından öyle gördüm. Bölüm baştan başlıyordu.
"Yatağına yat hadi."
Ama en tatlısı içimizin geçtiği yerde uyumaya devam etmektir.
"İstemiyorum." Ya da hayır dedim. Pek hatırlamıyorum. Uyku öncesi ve sonrası sanrılarım vardır.
En azından yeniden bilgisayar başına oturması saçmalığının bu sanrıların bir parçası olduğunu bilecek kadar tutunabiliyorum. Hayır mı yoksa istemiyorum mu demem pek de önemli değil.
"Öyle olsun o zaman."
Sonrasında kendi battaniyem üzerimde, başımın altına sıkıştırılan yastığım kollarımın arasındaydı.
Bunu gerçekten istemiştim. Chan tarafından ilgilenilmeyi. Nazım bundandı. Biraz daha ayık Jisung olsa panikten ayağa fırladığı gibi bütün gecesini bir daha uykunun gözlerine bakamadan geçirirdi.
Bir ara uyanınca gözlerim cama takıldı. Gün doğmadan önce. Perdeler kapalıyken sızan renksiz mavi. Varlığını bildiğimiz ancak hissinden başka bir şeyine ulaşamadığımız tatlı loşluk.
Chan'ı uyanık yakalamayı içimden geçirdiğim bir saatti ama geç kalmış olmalıydım.
Çişim vardı. Yolumu ışıkları açmadan dışarının aydınlığıyla buldum. Tuvaletten çıkarken kapıyı açmama gerek yoktu. Hiç kapamamışım.
Bu da beni kendime getirmeye yetmedi tabii. İstediğim tek şey o kanepeye geri dönmekti. Aptal, diye fısıldadım alnımın tepesine vururken. Aptal Jisung. Çocuk gibi kapıyı kapamadan işemiş.
Ya Chan? O neredeydi? Mutfağın ışığı yanmıyordu. Banyodan tarafa geri dönüp koridorun sonuna kadar gittim ve onun kapısı aralı odasının önünde durdum.
Sırtındakini çıkarmış, bir eliyle az sonra altına gireceği battaniyenin kenarını tutarken diğeriyle telefonuna bakıyordu. Birkaç saniye öylece durdu.
Meraktan deliye döndüm. Bu saatte ne yapacaktı ki? Mesaj uygulaması açıktı işte.
Benimkine nazaran az ışık alan odasının vah dedirten camları beni gizleyecek ancak Chan'ın dudaklarını yalayışını seçebilmemi sağlayacak kadar yardımseverdi. Üstlerindeki ufak, parlak noktaları ayırt edebiliyordum. Gözlüklerimi takıyor olsaydım daha iyi olurdu elbette.
Sonunda yeniden hareketledi. Omuzlarım sıçradı. Chan yatağının içine girerken gözleri buraya çevrildi. Beni gördü. Telefonu şimdi iki elindeydi.
Oradan geçiyormuş gibi yapıp odama döndüm ama geç kalmıştım. Onu burada işimin olduğuna inandırmak için bir de dolabımın kapağını sesinin duyulması için sertçe açıp içinden bir şey almadan kapadım.
Yakın yatağım, üzerinde battaniyem olmadan buradan dahi üşütüyordu beni. Oturma odasına geri dönerken başımı bir kerecik çevirip onu görmeye çalıştım. Telefonunun ışığı oradaydı ancak başının arkasıydı kapıya dönük olan.
Sorun değil. Sabah kıskanacağım ve kendi halime üzüleceğim. Hem kıskandığım için hem de bu kuruntuları yapacak kadar ezik olduğum için.
Ha bir de, yatağıma gitmemi söylemesiyle hemencecik sarsıldığımdan.
*
ne
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çok Sarhoşum Ay Topu, Chansung
Fanfictiondördüncü ayın on dördü ve bundan on yedi yıl öncesi.