Bölüm 11- Percy

276 25 12
                                    

 Orta yaşların sonlarında bir kadın önünde duruyordu. Percy’nin tahminine göre kadın elli beşinden biraz daha yaşlıydı ama bu ondan fazla bir şey götürmemişti. Koyu kahverengi saçları ve aynı renkte gözleri vardı, yüzü de hafiften kırışmıştı.

 Güzel sayılırdı ama gözlerinde tehlikeli bir ifade vardı. Üstelik bir şey Percy’i rahatsız ediyordu; sanki kadın göründüğünden çok daha yaşlı ve bilgeymiş gibi hissediyordu. Tıpkı tanrılar gibi. Bu kadın bir tanrıça olabilirdi.

 Derken etraf bir köy manzarasına dönüştü. Yine aynı kadının bu sefer yirmili yaşlarındaki haliydi. Yanında daha genç, sarışın bir kadın, -az önce birbirlerine daima, sonsuza kadar bir arada kalacaklarına söz vermişlerdi- birkaç asker tarafından sürükleniyordu. Ama kıyafetleri çok eskiydi; Percy hiç böyle giysiler görmemişti. Yüzlerce yıl öncesine aitlerdi.

 Kadın bir tanrıça olmasa gerekti; en azından doğuştan. Çünkü askerlerin ölümlü oldukları belliydi -hem de ona izlediği bir Viking filmini hatırlatıyorlardı- ve tanrılar asla ölümlülerin kendilerini böyle çekip götürmesine izin vermezlerdi.

 Kahverengi saçlı kadın “Kardeşimi bırak!” diye bağırarak elini sarışının arkasındaki adama doğru itti ve asker en az iki metre geriye uçup sırtüstü yere çakıldı. Ardından iki kadının da kafasına birer çuval geçirip onları götürdüler, Percy arkalarından baktı.

 Kahverengi saçlı, askerlerin istediği kara büyüleri yapıyordu. Kız kardeşine

 Sahne değişti. Bu sefer sarışın kadın kız kardeşine gidiyordu. Çocuğunu istediğini ve lanetli olduğunu, ondan yardım istediğini söylüyordu. Ablası, -Percy kahverengi saçlı kadının büyük olduğunu duymuştu- ona yardım edebileceğini ama bedelinin çok büyük olduğunu söylüyordu. Sarışın da kabul ediyordu. İkisi sarılıyorlardı ve- Percy isimlerinin Dahlia ve Esther olduğunu öğrenmişti. Nedense biri tanıdık geliyordu.

 Percy uyandığında içinde tuhaf bir his vardı. O kadınlar eski cadılar olmalılardı, ama eğer öylelerse neden kahverengi saçlı olanın 1900’lerde giyilen giysileri vardı? Bildiği kadarıyla cadılar ölümsüz falan değillerdi.

 Yataktan indi. Dışarı çıkmak istiyordu. Daha kimse kalkmamıştı ama sorun değildi. Not bıraksa olurdu.

 Mutfağa bir kağıt yazıp bıraktı ve sokağa çıktı. Klaus’un uyarıları umurunda değildi, nereye isterse gidemez miydi? Hem zaten bu saatte sokaklar boştu. Percy kibirli vampirin esiri değildi, üstelik o kendini beğenmiş ‘ölümsüzün’ tanrılarla karşılaşırsa ne yapacağını merak ediyordu doğrusu. Muhtemelen bir kül yığınına dönüşürdü.

 Bir an duraksayıp yürümeye devam etti. Sahi, bu gizemli büyü dünyasını tanrılardan ayıran neydi? Ya da Hekate mesela, bunlardan haberdar değil miydi? Annesi, ona vampirlerin bin yıl önce ortaya çıktığını söylemişti, Mikaelsonlar da bunu onaylıyordu zaten. Cadılar çok daha uzun bir süredir buradaydı. Merak ettiği şuydu; bu ana kadar hiç mi karşılaşmamışlardı yani?!

 “Merhaba, genç adam,” dedi bir kadın sesi. Percy arkasına döndü ve donakaldı.

 Rüyalarında gördüğü kadın arkasında duruyordu. Yani, sadece rüyalarının birkaçında gördüğü (Annabeth onu öldürecekti) am hey! Bu kadın onun için çok yaşlıydı.

 “Merhaba hanımefendi,” dedi Percy elinden geldiğince nazik bir şekilde. Acaba kadın -Dahlia- onu tanıyor muydu? Ya da kendisinin onu tanıdığını biliyor muydu? Bunu öğrenebilirdi, ve kadının kendisine düşman olup olmadığını. Dikkatlice hareket ederse yani.

Percy Jackson ve OrijinallerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin