Annabeth sapsarı saçlarını bir atkuyruğu yapıp hızlıca aşağı indi. Hayley çayını içiyordu ama Yosun Kafa’dan bir iz yoktu.
“Selam Hayley,” dedi genç kadına. “Percy’i gördün mü?”
“Ah, evet, ben kapıma giderken dış kapının açılıp kapandığını duydum,” dedi kurt kız karnını okşayarak. “Bir de, mutfak masasında bir not vardı.”
“Teşekkürler!” Annabeth hızlıca mutfağa koştu. Notu eline aldığında homurdandı.
Yani gerçekten mi Yosun Kafa! Her ne kadar Annabeth Klaus Mikaelson’ın kendilerini bir şeylerden men etmesinden bıktıysa da, Percy’nin dışarı çıkması tehlikeliydi. Vampir bu konuda haklıydı -her ne kadar baskıcı vampirden sıkıldıysa da bu konuda onu tamamen destekliyordu.
Tanrılar aşkına, Percy. Annabeth kendi kendine başını salladı. Her zaman bir şeyler yapmak zorundasın. Yerinde duramıyorsun. Annabeth’in onu çok sevmesinin nedenlerinden biri de tam olarak buydu; her ne kadar Olimpos büyüklüğünde bir baş belası olsa da.
Dışarı çıktı ve sokakta yürümeye koyuldu. Bir yandan Percy’i sorabileceği birilerine bakınıyor, bir yandan da düşünüyordu.
Cadılara, kurt adamlara, vampirlere ait olan bu büyülü dünya binlerce yıldır vardı, tıpkı büyük ya da küçük tanrılar, Titanlar ve diğer efsanevi varlıklar gibi. Onu şaşırtan, hiçbir zaman birbirlerinden haberdar olmamaları ya da bir diğerini umursamamalarıydı. Ama bu ona makul gelmiyordu, çünkü bu cadılar ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar sonuçta birer ölümlüydü.
Tanrılar? Onlar cadılara kıyasla bir gökdelen gibiydiler. Cadıları fark edememeleri imkansızdı. Yani ya bunu melezlerle paylaşmıyorlardı (Annabeth buna şaşırmazdı) ya da gerçekten bilmiyorlardı. Fakat bu da bir başka soruyu getiriyordu: Onları nasıl fark etmemişlerdi?
Bunun sebebinin aralarındaki büyülü bir katman olabileceğini düşündü; tıpkı Sis’in tanrıları ve canavarları ölümlülerin gözlerinden gizlemesi gibi. Peki ama, tanrıları bile aldatabilecek kadar güçlü bir sisi kim yönetiyordu o zaman? Hekate olmadığı kesindi. Belki bir İlkel tanrıydı, belki de... daha da güçlü bir şeydi. Toprağın, gökyüzünün ya da bir başka şeyin bedenleşmiş halinden daha da güçlü bir şey varsa yani.
Yoktu muhtemelen. Sonra sıradaki soruya yoğunlaştı: Bu cadılar nereden güç alıyorlardı? Ölmüş atalarından. Peki ruhlar güçlerini nereden alıyorlardı? Elbette onların büyüleri birbirlerinden bağımsız çalışan birden fazla gücün eseri olabilirdi ama Annabeth bu sorunun cevabını bulduğu anda geri kalan her şeyi de anlayacağını hissetti.
Tenha sokaklardan ilerlemeye devam etti. Tam bir köşeyi dönmüştü ki sokağın ortasında bir üçgen şeklinde dikilen üç adamla karşılaştı. Onu bekliyor gibilerdi.
Biri bir güvenlik görevlisi üniforması giyiyordu ama onun yanındaki ve önündeki adamlar sivil giyinmişlerdi.
“Siz de kimsiniz?” diye sordu Annabeth hançerini çekerek. Gelgelelim bu adamları korkutmamış gibiydi.
“Bak küçük hanım,” dedi bir tanesi ellerini kaldırıp ona doğru bir adım atarak. “Buraya sana zarar vermeye gelmedik. Sadece yardımını istiyoruz.”
“Ya.” Annabeth duruşunu bozmadı. “Ne yardımıymış bu?”
“Percy Jackson,” dedi adam tüylerinin anında diken diken olmasına neden olarak. “O bir melez. Ne olduğunu bilmiyoruz ama bize çok yararı dokunacak. Ona ihtiyacımız var. Senden tek istediğimiz de onu bizimle işbirliği yapmaya ikna etmek, o kadar.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Percy Jackson ve Orijinaller
FantasyPercy Jackson, Gaia ile olan savaşın tanrıların zaferiyle sonuçlanması üzerine evine döner. O sırada annesine doğup büyüdüğü New Orleans'tan bir telefon gelir ve Sally'i tekrar şehre dönme fikrine açık hale getirir. Percy kim olduğunu bu süreçte öğr...