Bölüm 14- Annabeth

225 24 47
                                    

Annabeth erkek arkadaşını sarsarak uyandırdı ve kendine gelmesi için biraz bekledi. Hatta süreci hızlandırmak  için ona bir öpücük bile verdi ki, daha savaştan çıkmak bir yana girmemişti bile. Aslında bu öpücüğü henüz hak etmemişti ama olsun.

 Annabeth Percy’nin elini kavradı ve koşarak dışarı çıktılar. Bu sırada Percy ona bir şekilde çıkarım yaparak (Annabeth onun bunu yapabildiğini bilmiyordu) keşfettiklerinden bahsetti.

 Annabeth evreni yaratan tanrının tanrılarla cadıların dünyalarını ayıran bir tür Sis yarattığını varsayan çılgın teorisini sakinlikle karşılamıştı. Gayet mantıklıydı, hem tanrıların neden onları şu ana kadar bulamadığını da açıklıyordu. Tahmin ettiği kadarıyla Percy’nin onun hakkında en çok sevdiği şey de buydu: Annabeth hem onu hem de yosundan fikirlerini olduğu gibi kabul ediyor ve anlıyordu.

 Percy loş ışıkta odacığın öbür ucunda parıltısını gördüğü bir bıçağı kaptıktan sonra cadıların ikisini de hapsettiği taş odadan fırladılar ve ne yazık ki aç bir vampirle karşılaştılar. Neydi bu herif; anlaşmalı gardiyan mı?

 Percy hiç düşünmeden bağırarak bıçağını vampire savurdu ve karnında bir yarık açtı. Püsküren kan erkek arkadaşının ağzına yüzüne sıçradı ve suratını damla damla kızıla boyadı.

 Percy öksürdü ve yutkundu. “Bilmiş Kız?”

 “Buradayım.” Annabeth onu elini kavradı. “Gel, yüzünü sil.” Ona bir avuç dolusu peçete uzattı ve Percy de çiseleyen yağmurda ıslatıp yüzünü temizledi.

 “Cadılar ne yapıyorlarsa engellemeliyiz. Ve kendimizi ifşa edemeyiz,” dedi Annabeth Percy’nin heyecandan bunu unutup ortalığı sel bastırmaması için. Şaşırtıcı bir şekilde, erkek arkadaşı gözlerini kıstı ve başıyla onayladı. Ve ikisi birden küçük odadan (hapisten) çıktılar.

 “Bu da ne böyle!” diye bağırdı Percy mezarlığa dalıp tüm New Orleans cadılarının önünde duran esmer kıza. “Ne yaptınız siz!”

 “Sadece önümüzdeki engelleri kaldırdık,” dedi kürsüdeki lider. Arkasında duran kızıl saçlı bir kadın gözlerini onlara dikti. Percy ve Annabeth ile aynı yaşlardaydı, hatta belki de küçüktü. Onu daha önce görmüş gibi hissediyordu ama...

 Bir anda hatırladı. Bu, Sophie Deveraux’nun yeğeniydi; Monique. Ataların onu seçmiş olduğunu fark etti, belli ki onu yeni cadı lideri yapmışlardı.

 Kız kürsüden inip ilerlerken herkes ona yol veriyordu. Annabeth onu gözleriyle takip etti ve kız durup onlara döndüğünde gözleri fal taşı gibi açıldı.

 “Sen!” diye kükredi Percy korkunç bir öfkeyle önlerinde duran kıza atılırken. Annabeth onu tuttu ama ne kadar zapt edebileceğini bilmiyordu. İşin aslı buradaki her bir cadıyı o da birer birer öldürmek istiyordu.

 Dümdüz bir mermer taştan yapılmış genişçe bir yerde Davina yatıyordu. Kızın boynu kan içindeydi ve gözleri de kapalıydı. Nefes almadığı da hareketsizliğinden bariz bir şekilde anlaşılıyordu.

 “Gelmeniz ne hoş,” dedi kız. “Benim adım Monique. Yanımdaki de dirilmiş olan eski bir atamız, Genevieve. Bize rehberlik etmek ve eski gücümüze kavuşturmak için atalar tarafından gönderildi.”

 Kızıl saçlı cadı onlara soğuk ve abartılı bir şekilde gülümsedi. Bir şeyler planlıyor gibi bir hali vardı ve Annabeth’in sinirleri geriliyordu. Zaten planını görmesi için de fazla beklemesi gerekmedi. Cadı elini kaldırarak birilerine işaret verdi ve iki adam kalabalıktan sıyrıldı.

 Percy’i kollarından tutup sürükleyerek mermerin altında cansızca yatan kuzeninin yanına sürüklediler. Erkek arkadaşı debelendi ama faydasızdı; hem kendisi çok yorgundu hem de cadılar epey iriydi. Annabeth “Durun!” diye bağırdı.

Percy Jackson ve OrijinallerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin