12

326 41 228
                                    

"Hiç bakmıyor musun kendine?"

Ablam saç kurutma makinesini kapatır kapatmaz derin bir nefes vererek söylenmiş, kapalı gözlerimi aralamama sebep olmuştu. "Saçların dökülmüş hep, zayıflamışsın da. Yemeklerini aksatıyor musun?"

"Hayır." derken tarağın kafama sürtünüşünü hissetmeye başlamıştım. Ablam yeni bir nefes bırakmıştı, arada bir işine ara vererek eline gelen telleri yanımıza serdiği havlunun üstünde topluyordu. Oraya bakmıyordum, uzun uğraşlarına rağmen birkaç kısa cevap dışında konuşmamıştım doğru düzgün. Gözlerim karşı duvardaki saatteydi, yediyi yirmi geçiyordu. Yılın bitmesine dört buçuk saat vardı.

Birkaç dakika, yalnızca sessizlik ve saçıma sürtünen tarağın hışırtıları arasında geçti. Kurulamasına rağmen hafif nemliydi tutamlarım ve boyası da hatrı sayılır derecede akmıştı. Düşünüp duruyordum günlerdir. Öylece duruyor, gözlerimi belli bir noktaya odaklayıp düşünüyordum. Ablam iki gündür yanımdaydı, üzüldüğünün farkındaydım ama bilmiyorum, ağzımı açıp tek kelime edesim gelmiyordu. Derslere gidip geliyordum ve arta kalan zamanda da uyuyordum. Böylece günler birkaç saat gibi geçmiş, birkaç yıl gibi hissettirmişti. Yılbaşına gelmiştik. Berbat bir yıldan yeni bir tanesine adım atıyorduk. Zamanı durdurmayı çok isterdim.

"Yoongi." Ablam dökülen saçlarımı bir yumak haline getirdikten sonra seslendiğinde kısıkça hmlamıştım. Bir an durdu, ardından kollarını benimkilerin altından geçirip karnıma doladı. "Neyin var kuşum?" Çenesini omzuma dayamış, sessizce yüzüme bakmıştı.

Bir kez daha cevap alamamıştı ama pes etmeden yeniden aralamıştı dudaklarını. "Hiç konuşmuyorsun benimle."

"Canım istemiyor." Sesim fazlasıyla kısık ve pürüzlüydü.

İç çekti, bir şey demeden uzanıp yanağımı hafifçe öptü. Sonra sıkıca sarıldı ve gözlerimi saatten çekmedim. Daha fazla ısrar etmeyeceğini biliyordum ve bu tek bir anlığına kendimi sorgulamama sebep oldu. Aptal mıyım, dedim kendi kendime, aptal mıydım ben? Neyim eksikti, neyim yoktu, neleri atlatmamıştım? Etrafımda beni önemseyen insanlar vardı, olduğum kişiye saygı duyan ve olduğum kişiyi seven. Geçmiş, gün geçtikçe uzaklaşıyordu ve ben burada, evim diyebileceğim bir yerde, rahatça yaşıyordum. Öyleyse neden böyleyim, diye düşündüm. Neden böyleydim? Neden düzeltemiyordum olduğum kişiyi?

Düzeltecek bir şey yok, çiçeğim.

Yelkovan ilerledi, saat yediyi yirmi sekiz geçti. Ben orada öylece durup düşünürken ablam biraz daha arkamda durdu, sonra kalkıp etrafı toparladı. Gözlerimi kırpmadım, gözlerimi kırparsam eğer, sanki başıma gelecek en küçük düşürücü şeymiş gibi ağlamaya başlamaktan korkuyordum, eğer ağlarsam ve yeniden içimi dışıma vurma gafletine düşersem. Sakindim çünkü yorgundum, incinmiştim, dudaklarımı kıvıran her gülüşün gelip geçici bir yanılsama olduğunu bir kez daha anlamış, yine de akıllanmamıştım.

Öyle ki kanepenin kenarında titreşen ve hareketlenerek yere düşmekte olan telefonumu son anda, ablamın seslenmesiyle fark edebildim, ekrana baktığımda karşılaştığım "Mikaela'm" yazısı beni hafifçe gülümsetmişti, çok çok hafifçe. Samimiyetim olmasına rağmen bir renk olmayan tek kişi Mika'ydı sanırım çünkü numaralarımızı alırken ismini kendi kaydetmişti ve sonradan değiştirmemiştim ben de.

Yeşil daireyi yavaşça kaydırdığımda, bir şarkı söyler gibi, "Alo?" deyişi kulaklarıma doluştu, bu kez gülümsemem belirgin bir hal aldı.

"Efendim?"

"Yoongi... Nasılsın?"

"Henüz ölmedim, seni sormalı."

seninle düş*üşlerimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin