4

389 66 92
                                    

Zihnim karmakarışıktı.

Doğrusu şu ki, Jimin'le geçirdiğim o tuhaf yağmurdan sonraki günlerde neler yaptım, hatırlamıyorum bile, kendimde değildim, muhtemelen birkaç kez kahveme şeker atmak için mutfağa geri döndüm, birkaç kez dersi anlatan profesörün saç tıraşına kaydı gözlerim ve bakışlarımı çekmem uzun süremi aldı, birkaç kez koridorlarda Taehyung ile karşılaştım fakat onu tanımıyormuşcasına, orada gerçekten belirdiğini bile fark etmeden geçiverdim yanından. Jimin'i hiç görmedim, gördüysem de zihnim bunu algılamadı. Tuhaf olansa, Jimin de bana ulaşmadı, ben de asla yapmayacağım bir şeyi yaparak arkasını aramadım çünkü yoruldum. Geceleri ağladım durdum, babam öldü diye değil, herkes beni terk etti de yapayalnız kaldım diye de değil. Ağladım çünkü yoruldum, çok yorgundum, tüm bu ağırlığı kaldıramadığımı hissettiğim için ağladım. Ablam bir iki gün daha kalıp ailesinin yanına döndü. Ben de artık somutlaşan yalnızlığımla birlikte ağladım.

Oysa acı, ne de yok olabilir, yok sayılabilir görümüştü Jimin'leyken. Bana yalnızlığımı birkaç gün içinde ne denli unutturmuştu. O gün yemekhanenin ortasında adımı seslendiğini duyduğum anda da ruhumda, istemsizce filizlenen bir korku vardı, ta en içlerimde sezindim, yalnız olmamaya alışma korkusu, Jimin'e alışma korkusu, Jimin tarafından hayal kırıklığına uğratılma korkusu. O kadar sesli bağırmıştı ki, başımı çevirdiğimde çoğu kişi bana bakıyordu, Jimin de köşedeki bir masadan bana elini sallıyordu gelmem için, gülümsüyordu. Gerçek değil gibiydi. Gerçek hissetmedim. Bir an nefesim tekledi. Aklıma bende bıraktığı kırmızı atkısı geldi. Aklıma bir ton şey geldi. Oturup içim çıkana kadar ağlamak istedim oracıkta.

Sonra yürüdüm, insanlar bana bakarak bir şeyler söylüyordu, sıkı sıkıya tuttum elimdeki tepsiyi, Jimin'lerin masasına doğru adımladım, üç kişi daha vardı yanında. Şimdi sorsanız, oraya neden gittiğimi bile bilmiyorum çünkü hiçbir şey samimi değildi, hiçbir şey yaşanmamış ve gittiğim yer bir avuç yabancının yanıbaşı gibiydi, o an pek farkına varmadım bunun. Sadece yürüdüm, yürüdüm ve dudaklarımı zorlukla kıvırdım, kısaca "Hey." dedim.

"Gel." dedi Jimin, bir anda arka masadaki boş sandalyelerden birini çekti ve kendininkini kaydırarak masaya yaklaştırdı. "Bugün bizimle ye."

Gözlerim bir anda masadaki diğerlerine kaydı, biri pek de umursamadan yemeğini yiyordu, diğeri geçenlerde Jimin'i kapıp götüren Jeongguk ve sonra yine tanımadığım bir kızdı. Saçları sarı ve aralarında pembe tutamlar vardı, küçük bir yüzü, iri gözleri, gülümsüyordu, Jeongguk'un aksine bana yalnızca biraz duraksamamdan sonra baktı. Orada öylece elimdeki tepsiyle dikiliyordum, Jimin tereddüt ettiğimi fark etmiş ve tebessümü hatrı sayılır derecede küçülmüştü, parmaklarım arasındaki plastiği kavrarken buna takıldım. Bana seçenek bırakmadan masaya bıraktı onu, hiçbir şey söylemeden yanına oturduğumda hepsi bana bakıyordu şimdi. Sanki koca dikenler olmuş batıyordu gözleri bedenime, akıllarından geçen düşüncelerin ihtimali birer toz bulutu olup nefesimi kesmiş gibiydi. Dişlerimi sıktım. Orada otururken, onların yanında, bir şeyler yiyebilmemin imkanı yoktu, tek bir imkanı bile yoktu.

"Çocuklar, bu Yoongi." dedi Jimin sevinçli bir sesle. "Ve işte arkadaşlarımız."

"Hoşgeldiniz Bay Min-dilden-düşmeyen." Jimin'in yanında kalan kız gülerek söylediğinde gözlerimi kırpıştırarak ona bakmıştım, gevşekçe bir sakız çiğniyordu ağzında. Cümlesi üzerine Jeongguk kıkırdamış ve diğer -kahve saçlı ve alnını kapatan kahkülleri olan- belli belirsiz gülümseyerek bana bakmıştı. Ne diyeceğimi bilemeden bir an dudaklarımı kıpırdattım, ardından kız beni zor durumda bırakmamaya niyet etmiş gibi derin bir nefes aldı ve, "Ben Mika." dedi elini uzatarak. "Memnun oldum."

seninle düş*üşlerimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin