19

205 17 14
                                    

Kafamın içinde bir delik olduğunu düşünüyordum bazen. Oraya ne koyarsam koyayım her şeyi içine çekiyor ve hiçbirini kaçırmadan yutuyordu. Ucunda koca bir akvaryum vardı. O kadar büyüktü ki uçsuz bucaksız bir okyanusa benziyordu fakat değildi. Kumdan kenarlarına vuruyordu tuzlu su, gel gitler bildiğim ne kadar kötü anı varsa deniz kabukları gibi diziyordu onları camın üzerine. Zihnim çalkalanırken kendi içinde ve köpürmenin telaşında, yapışıp kalan üzüntüleri fark etmiyordum bile. Atlatacağına inanmak ve devam ettiğini hissetmek basitti. Belki de mutlu anlarımda konaklayan bir çeşit virüstü bu. Çünkü ben ne zaman söndürsem ışıkları ve perdeleri çeksem, akvaryumumun duvarına yapışan deniz kabukları, unutacağım sandıklarım, geçti zannettiklerim bir parmak şıklatmasıyla karşımdaydı. Yeşil ve sarının arasında, fosforlu ve mide bulandıran bir renkte zihnimde parlamaya başlıyordu.

Bilincimin altında yatan korkunç gerçeklik buydu. En ufak bakışta bile hatırlatıyordu kendini. Ve kirpiklerim aralıkken kaçabilecek çok yer bulabilirdim ama zihnimin içindeyken bunu yapamıyordum.

Sonra o akvaryum evimin mutfağına dönüşüyordu. Deniz kabuklarının kıvrımlarında gördüğüm keskin hatlar, beyaz çizgiler babamın huysuz suratıydı ve sanki kafamda onu yeniden hayata döndürüyordum. Kumdan kollar, bacaklar yapıyordum. Elimdeki bıçakla ve yüreğimdeki korkuyla orada dikilirken başka kimse yoktu. Babam hep aynı şeyi söylüyordu. "Nankör." diyordu bana. "Ben izin vermeden nereye gittiğini sanıyorsun?"

Ve elimdeki bıçak bu kez kayıyor, tamamen saplanıyordu göğsüme. Hâlâ atan kalbimin içine, ta en dibine. Gözlerim kayıyor ve dudaklarımdan tek bir isim çıkıyor.

"Jimin."

"Yoongi!"

Kirpiklerim aralandı. Sanki uyanmadan bir saniye öncesinde mutfak kaybolmuş ve akvaryumum yeniden suya boğulmuş gibi nefessiz kalmıştım, can havliyle doğrulurken ağzımdan bir soluk aldım. İçerisi loş bir ışıkla aydınlanıyordu ve beni bunaltan sıcağı, yumuşak bir dokunuş alnımdaki tutamları geri ittiğinde fark etmiştim. "Yoongi, iyi misin? Bak bana."

Ellerimden biri derimde biriken teri silen parmakları itti ve öyle sert şekilde yapmıştım ki bunu bileğime çarpan bileği benim bile canımı yakmıştı. Sırtım korkuyla duvara yaslanırken bacaklarım gövdeme doğru çekilmiş ve nefeslerim sıklaşmıştı. Gözlerim odada dolaşıyordu. Neredeydim? Duvarın o rahatsız edici serinliği pijamamın içinde, bacaklarımın üstündeydi. Her yerim soğuk soğuk terlemişti. Göz kapaklarım sanki bantla yukarı tutturulmuş gibi açıktı, içinde olduğum dehşetin ayırdındaydım, burada, evimde olduğumu ve sadece bir kabustan uyandığımı kavramıştım ama kirpiklerimi indirip gözlerimi kırpamıyordum bir türlü. Jimin tekrar, "İyi misin?" demişti. Sesi fazla endişeliydi ve gözleri aceleyle uykusundan uyandığını belli eder şekilde kısık bakıyordu. Bir ayağını battaniyeden çıkarıp aşağı sarkıtmıştı.

Öylece ona baktım. Kafamda görüntüler ve sesler hâlâ dönüyordu. Kalbim deli gibi atıp vücudumu sarsıyordu, yerimde sallandığımı hissediyordum. Başım duvara yaslanırken bir elim göğsüme gitmiş, az önce gözlerimin önünde açılan yarayı yoklamıştı. Bir şey yoktu. Elimi pijamamdan sokup direkt tenime değdirdim parmaklarımı. Sadece o pürüzsüz iz vardı. Terim elimi ıslatmıştı. Yaşıyordum. Bir şey yoktu.

Gözlerimi kapattım bir anlığına. Çok geçmeden karanlığa sıralanan görüntülerle yeniden açmam gerekmişti. Kendime telkin ederek sakinleşmeyi denedim, bedenim büzüldü ve kollarım etrafıma sarıldı. Jimin kalkıp odadan çıkmıştı. Ben kıpırdamadan dururken elinde bir bardak suyla geldi. Tekrar yanıma oturup suyu bana uzattığında onu reddetmedim. Elime alırken su bardakta bir müddet çalkalandı, sonra soğuk bir hisle boğazımdan mideme döküldü.

seninle düş*üşlerimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin