14

280 29 21
                                    

İnsanlar beynin mutsuz hatıraları sildiğini söyler, anımsamak istemediği için asla ulaşamayacağı kadar derine sürüklediğini ve bazen kendini zorlasan da bulamayacağını. Sahi olup olmadığını bilmesem de bu konuda fazla inançlı biri değildim, bana kalırsa unuttuklarımızın suçu karmaşaydı. Düşüncelerin, hislerin ve sorumlulukların karmaşası. İnsan ne hissettiğine, ne söylediğine tek bir an bile odaklanabilirse unutmazdı, kendine unutmayacağını fısıldaması bile yeterliydi.

Parmaklarım Jimin'in ıslak saçlarını yumuşak dokunuşlarla dağıtırken bunu düşünüyordum. Aklım onlarca nehrin döküldüğü bir okyanus gibi, sahile dalgalarını yürütüyor, ne oluşturduysam mahvediyor, geri çekiliyordu. Kumdan kalesini ayakta tutmaya çabalayan bir çocuk gibi, hislerimi içimde netleştirmeye çalışsam da beceremiyordum, ellerim bomboş, öylece kalıyordum. Saç kurutma makinesinin sesi kulağımda yok olmaya başlamıştı, gözlerimin ve boğazımın acıdığını hissediyordum, makineyi kapattığımda çöken sükunet olmasa gürültünün farkına varmazdım.

Saçlarını hafifçe düzeltip omuzlarındaki battaniyeyi biraz daha yukarı çektim, yüzünü görmek için başımı uzattım. Gözlerinin önüne düşen tutamları geriye attığımda burnunu çekmişti.

"Nasıl hissediyorsun?"

"Biraz terledim." Mırıltısı yorgun ve isteksiz geliyordu kulağa, bir avcumu alnına yasladığımda bakışlarını üzerime sabitledi. Tenime verdiği his ılıktı. Emin olamayarak elimin ardını çevirmiş, derin bir nefes vermiştim. Ateşi çıkıyordu. Sanırım onu sıcaklatmak için geç kalmıştım. Elimi çektiğimde bakışlarımız buluştu, açık tutmak için sürekli kırpmam gereken gözlerimi çekmeden, bir süre izledim onu. Geldiğinden daha cansızdı. Kanepede açıkça dile getirdiğimiz birçok şeyden sonra çok az konuşmuştuk çünkü çok geçmeden kötüleşmişti. Onu zorla duşa girmeye ikna etmiş, üzerine kıyafetlerimden giydirmiştim. Saçlarını taramıştım, kurutmuştum. Gecenin ağır bir sessizliği vardı, bunun içime verdiği tuhaf gölgeler. Hislerim, ellerimden tutuşu, kalbim avuçlarındayken kırdığı yerleri onarıp onaramadığından benim bile emin olmayışım. Zihnim çalkantılıydı, sevginin düşüncesi, sevginin sözü ve davranışından fazlasıyla farklıydı ve ben bu konuda ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Ne hissettiğimi, ne düşündüğümü bilmiyordum ki ağzımdan da hiçbir şey çıkmıyordu.

Şimdi bir de hastalanmıştı. Onu o aptal merdivende saatlerce ne yaptığına dair azarlamak istedim. Sonra ellerini tutmak ve tenini öpmek. Çok kırgın olduğumu fısıldamak sessizce. Sonra yine ve defalarca. Çok kırgınım, çok incindim. Hepsinin sebebi sensin, hepsinin. Fakat şimdi gözlerime tatlı mı acı mı bilemediğim değişik bir hisle bakıyordu. Oldukça yoğun olmasına rağmen içimi hafifletiyordu. Nar çiçeği, diye düşündüm. Nar çiçeği gibi bakıyordu. Kirpiklerini indiriyor, kaldırıyordu. Ben mahvolurken o öylece izliyordu.

"Ateşini ölçmeliyiz." Kısık sesim eşliğinde başını salladı, yerimde doğrulup kanepedeki dereceye uzandım. Ekranını açıp kulağına yerleştirdiğimde benim yerime küçük aleti eline almış, ölçüyü almasını beklemeye başlamıştı. Ben de bu sırada sıkış pıkış oturduğumuz kalorifer peteğinin önünden kalkarak mutfağa yönelmiştim. Annem olsa ne yapardı diye düşünüyordum. Küçükken zorla içirdiği nane çayları, bedenime yerleştirdiği ıslak bezler ve ılık duşlar aklımdaydı hep. Hissettiğim ağrılar ve sızılar yüzünden ağladığımda ellerimden tutup geçeceğini söylerdi. İyi olacaksın, derdi. Yalnızca sabretmelisin. Mutfak dolaplarında işe yarar bir şeyler bulamadığımda içimden bunu tekrarlamıştım. Sabretmelisin, Yoongi.

Birkaç saniye geçtikten sonra dereceden gelen tiz sesle Jimin'in olduğu tarafa döndüm. Başını eğmiş ekrana bakıyordu, parmaklarının buradan görünecek şekilde titrediğini fark etmiştim. Bakışları bana çıktı, ardından suç işlemiş çocuklar gibi yeniden kaçtı gözleri. "Otuz sekiz," dedi kısık sesle. "Buçuk."

seninle düş*üşlerimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin