17

172 17 32
                                    

Akşamın dokuzunda, yerlerin karla kaplı olması yetmezmiş gibi karanlığın da getirdiği bir serinlik vardı, hastaneye giden otobüsü yakalamak için koşarken iyice hissetmiştim yüzüme çarpan rüzgar sayesinde. Otobüsün yaşı her tümsekte inanılmaz bir kayış sesiyle, pencerelerin deli gibi sallanmasıyla ve kapıların birbirine çarpmasıyla kendini belli ediyordu, rahatsızlığıma rahatsızlık katıyordu. Bedenim camın yanındaki koltukta otursa da zihnim öyle değildi. Daracık alanda volta atıyordum, yüzümü, alnımı ovuşturuyordum. Muhtemelen kampüsteki yurda giden iki kızdan başka kimse yoktu içeride, öyle tetikteydim ki klimaların üflediği bunaltıcı sıcağa rağmen atkımı çıkarmamıştım, avcumun terinin telefonuma geçmesini umursamamıştım. Gözlerim yoldaydı, varmam için geçecek on dakika kabus gibi uzamıştı resmen, ya otobüs çok yavaştı ya da ben delirmenin eşiğindeydim. İçim çıkacaktı midemdeki ağrıdan, endişeden dizlerimde rahatsız edici bir his dolaşıyor, ne şekil otursam yok olmuyordu ve boğulacağım hissi çok yoğundu.

Nasıl olur diyordum, henüz yirmi dakika öncesinde odamda oturmuş mesaj yazıyordum ve şimdi buradaydım, bu nasıl olurdu? İyi olacağıma, iyi olacağımıza inanmak, yalnızca aklımdan geçirmek bile yasaklanmış gibiydi, beslediğim en küçük umudun daha filizken boynu bükülüyordu, güneşi göremeden karanlığa dönüyordu. Koca, çirkin bir el sıkıyordu yüreğimi, ve çiçeklerimi. Oysa biz yaşamaktan başka bir şey istememiştik.

Kendimi suçlamama engel olamıyordum. Jimin ve ailesi arasındaki bu durumun tamamen biteceğini düşünecek kadar aptal değildim ama en azından bir şeylerin düzeleceğine, düzeliyor olduğuna inanmıştım işte ve bunu o an fark ediyordum. Bacaklarımı sallandırırken kendime kızıyordum nasıl böyle bir rehavete düşebilirim diye. Nasıl onu bırakabilmiştim ellerine, şimdi ne halde olduğunu düşünmek bile nefesimi kesiyor etimi yakıyordu, her şeyin bu kadar tanıdık oluşu içinden çıkılmaz bir ruh haline sokmuştu beni. Çenemi zar zor tutuyordum, içimden özürler sıralamaya çabalıyor, kelimeleri bir araya getirmeye uğraşıyordum. Olmuyordu. Düşüncelerimi kontrol etmeye çalışıyordum ama olmuyordu.

Hastanenin önünde kaçarcasına inmiştim otobüsten. Yere basan ayaklarımı hissedememek korkutmuştu beni önce, sonra da bacağımın üst yanında beliren keskin sızı. Derimi söküp geçen ve içime işleyen sıcak taptazeydi, saçlarımın arasında birikmiş, enseme yol almış ter damlaları soğukla buluşunca tenimde küçük buz parçalarına dönüşmüş gibi hissetmiştim. Göğsüme sert bir darbe indirdim avcumla, kendime gelebilmek için. Gözlerim bulandı, üzerinde adımlar attığım boşluk ayaklarımın altından çekilmeye başladı. Bahçeye girebildim ama daha ileri gidemedim.

Yine oluyordu. İnce bir tişörtten başka bir şey yoktu üzerimde, akşamüstü rüzgarı her zaman hissettirdiği gibi tatlı değildi. Ayak izlerim bir hayaletinkinden farksızdı, koştuğum yollar sonsuza gidiyordu, ben nereye doğru gittiğimi bile bilmiyordum. Eşofmanımda delikler vardı, yanmış etim hareketimle bir görünüp bir kayboluyordu, kumaş acıma sürtündükçe onu etrafına dağıtıyor, ciğerlerimi yaralıyordu. Durmayı aklımdan bile geçiremezdim ama. Peşimdeydi çünkü, canımı yakacaktı. Zihnim sayıları hatırlamayı reddediyor, parmaklarım titreyip durmaktan tuşları bulamıyordu. Öleceğimi zannediyordum. Ölmek istemiyordum.

Sadece sevilmek istemiştim.

"Yoongi!"

Ciğerlerimin küçüldüğünü hissettim, hatta sanki küçüldüklerini kendi gözlerimin önünde gördüm. Yetmiyordu nefeslerim, ellerimle zar zor kabanımın düğmelerini açmaya çalışırken gözlerimin önünde puslu bir yüz belirmişti. "Yoongi, iyi misin? Bana bak!"

Ses çok uzaklardan geliyordu. Omuzlarımda hissettiğim baskı ve bedenimin sarsılışıyla birlikte göğsüme vurmuştum birkaç kere. Daha fazla hava girmesi umuduyla ağzımı aralamıştım ama hiçbir işe yaramıyordu. Öylece dururken boğuluyordum.

seninle düş*üşlerimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin