"Yangın!"
Barbaros bu adamın neyi kast ettiğini kendisinden daha iyi biliyordu. Yangını hatırlıyordu, insanların onları ölüme terk edişini hatırlıyordu. Birkaç lise öğrencisinin ne kadar vahşi olabileceğini hatırlıyordu. İlk ölümünü hatırlıyordu.
"Sakin ol." dedi yumuşak çıkmasını beklediği bir ses tonuyla. Kendi sesi de titriyordu. Sedece sesi mi? Her bir zerresi yokluğuyla zemrehide donarken bir anda varlığıyla cennete atılmıştı sanki.
Serhat hiçbir kelime etmiyordu. Titremeleri ise hat safhaya ulaşmıştı, ikinci bir krizden korkan Barbaros hırkasını çıkartmaya çalıştı. Vücut ısısının arttığını ona dokunöadan fark edebiliyordu. Hırkasını çıkardı yavaş dokunuşlarla.
Kendisine oldukça büyük bu lacivert hırkayı burnuna götürdü. Hasret kaldığı koku burnuna dolarken, boğazına oturan yumrunun ağırlığı daha da artmıştı.
Elleri hala delicesine titremesi Serhat'ın kolunda gördüğü yeni izlerle daha da arttı.
"Serat!" diye bağırdı bir anda. Yeşil bakışlar ona dönerken, yaşadığı acı dinmemiş belki de yediye katlanmıştı. "Serat ne yaptın sen?" Kan çanağı gözleri yine yaşlarla dolmuştu. Yanağından süzülen damlaların kimisi mermer zemine, kimisi kesiklerle dolu kola düşüyordu.
"Ne yapmışım?" diye sordu Serhat titreyen sesiyle. Bu adam kendisini tanıyordu. İşin garibi o da onu tanıyordu! Nasıl tanıyabilirdi ki? Annesini tanıması aylarını almışken bu adam nasıl tanıdık gelebilirdi ona? Nasıl hafızasında kalmış olabilirdi?
"Sen kimsin?" diye sordu bir cevap gelmeyince. Merak ediyordu, her şeyi canı pahasına öğrenmek istiyordu. Zaten hatırlamadığı sürece, canı da pek değerli değildi ya!
"Anlatacağım bi'tanem. Anlatacağım güzelim. Her şeyi anlatacağım sana." Kıvırcık, hıçkırıklarının ardından zar zor konuşabiliyordu. Duygularını sesine ancak böyle yansıtabilirdi.
"Bi'tanem?" dedi Serhat kısık gözlerinin ardından. Sesi boğuk çıkıyordu. Düşünceleri o kadar sesliydi ki kendisine konuşmak için güç bırakmıyorlardı.
"Serat..." diyerek derin bir iç çekti kıvırcık. Göz yaşları akmaya devam ediyordu, durmuyorlardı.
"Benimle gelir misin? Her şeyi anlatacağım. Yemin ederim her bir detayını anlatacağım. Üç yıldır kafamda tekrar ettiğim her bir anımızı anlatacağım sana. Ruhumu besleyen her bir zerreni açıklayacağım sana yemin ederim. Sadece, burada olmaz. Lütfen..."
Serhat'ın düşünme yetisi ne kadar azalsa da kaybedecek bir şeyi olmadığının farkındaydı. Kazabileceği bir şeyler bile vardı. Yarım saattir ilk defa kalbinin çarpıntısını hissetmişti. Nefes aldığını fark etmişti. Onlarca duygu iliklerine kadar işlemişti.
Serhat bu adamı görmesiyle, yaşadığını hissetmişti.
Kıvırcığın ona uzattığı titreyen elini tuttu. Sindiği kırmızı deri koltuktan kalkarken, bu tenin hissiyatının da bu kadar tanıdık gelmesi kuruyan dudaklarının tekrar kıvrılmasına neden oldu. Somurtmuyordu, kaş çatmıyordu. Gülüyordu! Tanrı şahit olsun ki gülümsüyordu. Buna alışmamış dudakları yarılsa da ağzına gelen metalik tada ilk defa küfür etmek gelmiyordu içinden.
Hatırlıyordu, bu adamı hatırladığında başka hiçbir şeye ihtiyacının kalmayacağını hatırlıyordu.
Hastaneden el ele çıkarken tuttuğu bu sıcak elin hissiyatının tanıdık gelmesi garipti, gülümsemesi garipti, yaşamak hele... O en garibiydi.
"Eee?" dedi yolda giderken Serhat. "Ne anlatacaksın?"
Barbaros hala içindeki şoku atlatamamıştı. Ne yapması gerektiğinden emin değildi. Bunca anıyı bir anda ona yükleyip ona zarar vermekten korkuyordu, eski hayatını bildiğinde ne diyeceğinden korkuyordu. Onu tekrar kaybetmekten korkuyordu.