Hayatta bazı şeyler yaşarız, kötü şeyler. Hayatımızı berbat eden ve belki de yaşamaktan vazgeçiren şeyler. Yaşadığımız şeyler farklı olsa da bıraktığı his çoğu zaman aynıdır: yıkılmışlık hissi. Öyle bir histir ki ne yapacağımızı bilemez, öylece kalakalırız. Bu histen kurtulmak için başka şeylere odaklanırız. Çünkü biliriz ki bu his bir gün geçecek.
Bazı şeyler vardır ki gözünüzü her kapattığınızda, her sabah uyandığınızda, aklınıza ilk düşen şey o olur. Asla geçmeyeceğini bildiğiniz bu his karşısında yapabileceğiniz fazla bir şey yoktur. Sadece güzel anılara odaklanırsınız. İyi şeyleri düşünüp sevdiklerinizle birlikte güzel anılar girdabına dalar, buna alışmaya çalışırsınız.
Ozan, yatağında saymayı unuttuğu kadar çok kez yaptığı gibi yine uzanmış tavanı izliyordu. Onun durumunda olan birisi için yapacak fazla bir alternatif de yoktu zaten. Gözleri tavandaki noktalarda gezindi. Bir tavanın bu kadar fazla detaya sahip olduğunu kim bilebilirdi ki. Oysa binlerce noktası vardı. Uzun süre odaklanırsanız onları birbirinden ayırt etmek hiç de zor değildi. Bazı yerlerin boyası soyulmuştu mesela. Bazı yerler ise solmuştu. Tavanın zamanla eski rengini yitirerek daha da fazla ruhsuz ve ölü olmaya başlaması Ozan'ın da öyle hissetmeye başlamasına sebep oluyordu.
Eğer uzun süre bir şeye maruz kalırsanız bir süre sonra maruz kaldığınız şey gibi hissetmeye başlarsınız. Kendi duygularınız onunla karışır ve onun gibi olursunuz.
Ozan'ın neredeyse bir yıla yakın süredir maruz kaldığı şey tavandı. Artık onu o kadar çok görmüştü ki aslında uzaktan bakıldığında capcanlı görünen ve iç açan tavanın ne kadar ruhsuz olabileceğini anlamıştı. Bir süre sonra da onun gibi hissetmeye başlamıştı.
Kapının çalınmasıyla düşüncelerinden uzaklaştı. "Gir!" diye seslendikten sonra uzun süre konuşmadığından dolayı boğuk çıkan sesini düzeltmek için boğazını temizledi.
Birkaç adımdan sonra Eylül tepesinden topladığı kestane rengi saçlarıyla Ozan'ın görüş açısına girdi. Bu sefer daha kendinden emin ve daha mutlu görünüyordu. Arkadaşını daha özgüvenli bir şekilde karşısında bulmak Ozan'ı da biraz da olsa neşelendirmişti.
Eylül elindeki kırmızı gülü komodinin üzerindeki vazoya koydu. Annesi sık sık oraya yeni güller koyar ve sularını değiştirirdi. Bundan önce bu işi Ozan kendisi yapmayı daha çok severdi. Güllerin orda durmasının şans getirdiğini düşünürdü. Annesinin de bunu bildiği için güllere özen gösterdiğini anlayabiliyordu.
"Teşekkür ederim." Dedi Ozan. Sesi artık daha net ve gür çıkıyordu.
"Gülleri çok sevdiğini biliyorum. Bu yüzden bana teşekkür etmene gerek yok. Mutlu olduğunu bilmek benim için yeter." Eylül'ün bu cevabı üzerine gülümsedi. Bazen arkasına dönüp baktığında ne kadar güzel bir arkadaşa sahip olduğunu görüyordu. Daha normal bir hayat yaşarken verdiği kararlardan şimdi pişman olmadığı için mutluydu."Hatırlıyor musun?" diye söze girdi Ozan. Eylül'ün meraklı gözlerine baktıktan sonra devam etti.
"Bir gün annenin canı elma çektiği için elma almaya çıkmıştık." Gelen gülme hissiyle duraksadı. Daha sonra devam etti."Bütün manavları gezmiştik ama sen annenin baktığımız hiçbir elmayı sevmeyeceğine emindin. Daha sonra biz de en tazesini almak için en yakındaki elma ağacını aramaya başlamıştık."
"Sonra ben bizi kilometrelerce yol yürümek zorunda bırakmıştım." Diyerek bir kahkaha attı Eylül. Ozan da ona eşlik ederken devam etti.
"Evet, bizi onca yol yürümeye mecbur bırakarak o yaz gününde güneşte yanmama sebep olmuştun." Eylül elini kaldırarak araya girdi.
![](https://img.wattpad.com/cover/255692453-288-k176373.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz, Ruhsuz Bir Tavan
Genç Kurgu"çünkü hayat her şeye rağmen gülümseyebilenlere güzeldi." Hayat sana kötü davrandığında yapman gereken şey bellidir. Savaşmak. Nefise evladını canı pahasına korumaya çalışan bir anne. peki bu korumacı tavırları ne kadar ileriye gidebilir? evladı...