Bölüm 3

5.2K 23 67
                                    

💛💛

Yoğun bakım ünitesinde yatan birine, çok iyisin derseniz, o kişinin buna inanma oranı en düşük yüzdeye sahiptir. Ama ona ölümle içli dışlı bir zaman kavramı içinde olduğunu söylerseniz, bunu şüphesiz kabul görür. İşte biz insanlar, içinde bulunduğumuz zamanın şeklini alıyorduk. Akışkan olan şeyler ise kesinlikle duygularımızdı. Korkan birine daha korkutucu şeyler söylerseniz bu korkusu artık şuursuzluğa yerini bırakıyor. Ve ben bu şuursuz insanın neler yapma kabiliyeti olduğunu çok iyi biliyordum. Kendimden biliyordum. Dedemi kaybetmekten korktuğum şu günlerde bu şuursuz hissi iliklerime kadar hissediyordum çünkü. Kontrol etmekte güçlük çekiyordum fiillerimi. bazen oturup kalıyordum. bazen birden öfkeleniyordum. " Peki tedaviye ne zaman başlıyoruz dede? " gülümsedi. Ben bu mecburiyet gülüşünü çok iyi biliyordum. "Bir hafta sonraya bir randevumuz var Doktor Hanım ile. Bu zaman diliminde dinlemem ve stres yapmam gerekiyormuş." kafamı olumlu yönde sallayıp koltuğun üstündeki montumu aldım. Hava bahar havası ile kış havası arasında kaldığı için tedbirimi almıştım. sonra bir balık gibi tüm saçlarım kafama yapışıyordu. Ve hemen de hasta olup dedeme mızmızlanıyordum. Bunun olmasını şu günlerde istemiyordum. Bir yandan kapıya doğru yürürken diğer yandan ortamdaki kederi dağıtmak adına kermes bebeklerinden bahsettim ona.

"öğlen bizimkiler gelecek bahçede güneş vitamini ve bez bebek sefası yapacağız. Kermeste çok ilgi duyuluyor bebeklere hem vakıf içinde bir küçük destek. " " Siz gerçekten iyi çocuklarsınız " dedi. Sonra o da tıpkı benim gibi ayakkabılarını giyip evden benimle birlikte çıktı. Nereye gittiğini merak etsem de susmayı tercih ettim. Meydandaki çınar ağacına kadar ikimizden de ses seda çıkmadı. Zihnimde dedemle konuşmak şu süreçte benim için daha iyiydi. İfade alıyordum. sorular soruyor, beni bırakmaması için bol bol yalvarıp ağlıyordum. " Akşama görüşürüz " dedi ve Kasabanın çıkışına doğru ilerledi. Macera tutkunu biri olarak sanki onu takip etmem gerekiyor gibi dürtülerim olsa da bugün için derse yeterince geç kalmıştım. Üstelik macera için uygun bir atmosfer değildi. Sıra gerçek ve acıların sırasıydı.

Sınıfa girdiğimde tüm öğrencilerin yerlerinde beni bekleyişi dikkatimi çekti. Hepsi yetişkin insanlar gibiydi. "Bu nasıl çocuk olmak?" dedim. Daha sonra ellerindeki tabletleri gördüm. Biz çocukken elimizde tencere kapakları, yoğurt kapları olurdu. Çamurdan pastalar, yapraklardan süs yapardık. Top oynar, düşer bir yerlerimizi yaralardık. Biz çocukken çocuktuk dedim kendi kendime. Onları böyle görmeyi hiç istemiyordum. "Ellerinizdeki şeyleri, kendi derslerimde görmeyi çok istemiyorum çocuklar. Ve bugün okuma yapacağız. Sanırım birer kitap vardır sizlerde. " Hep bir ağızdan konuşmaya itiraz etmeye başladıkları sırada araya girdim. " Tek tek lütfen " Aralarından biri parmağını kaldırdı. "Benim bir kitabım yok. Ama kitaplıkta hepimiz için yeterli kitap olmalıdır Öğretmenim" kafamı onaylar nitelikte sallayıp. Teşekkür ettim. Her birine uygun birer kitap seçtikten sonra bende kendi kitabımı okumak için masama oturdum.

"OLASILIKSIZ" En sevdiğim polisiye romanlarından biriydi. Kesinlikle okumaktan bıkmıyordum. Bu sefer o heyecan yoktu İçimde. Çünkü son zamanlarda, geçen gece gördüğüm rüyadaydı aklım. Nerede olursam olayım? ne yaparsam yapayım sanki o rüya bir işaret gibi geliyordu bana. Esra'ya anlattığımda Onun için bu rüya, hayal gücümün ve bilinç altımın bana birlikte kurduğu komploydu. Mantık ile hareket ettiğim zaman bana da öyle geliyordu. Fakat O aklımdan çıkmıyordu. Yeşil rengin bu kadar yoğun, bu kadar ifadesiz bir halini asla görmemiştim daha önce. Yüzünün keskin hatları olduğuna kanaat etsem bile simasını kesinlikle seçememiştim. Elimin ayak bileğime gittiğini fark ettim o sırada. Sanki hala kanıyor ve sızlıyordu. Omzumda ise hala diğer eli vardı. Kokusu tüm kötü kokuları bastırıyor gibi hala burnumdaydı. Amalarım vardı kendimce. Aynı güne uyanan ve aynı geceye sığınan milyonlarca insan varken, kimse aynı değil hayatta, aslında herkes yabancı birbirine ve herkes bir başına hayatta. Fakat rüyamdaki yabancının elleri, nefesi, gözleri daha önce görmüş olacak kadar yerliydi ruhuma. Bir devlet olsam, milletim gibiydi. Bir bayrak olsam rengim gibiydi. Bir aşık olsam, cananım gibiydi. sanki Sevda hülyasından uyanmış gibiydim. Saçma! bir insan rüyadaki birine aşık olabilir miydi? gülümsedim kendi kendime. Eğer bu insan bensem evet. aşık olduğumu sanıyor olmam aslında bir kaçıştı bakıldığında. Aşk kendinden uzak bir başkasına çok yakın olmak mıydı yani? Ya da bir başkasıyla karışmak.? Kesinlikle kaçıştı. Çünkü dedemi kaybetmekten korkuyor ve bundan kaçtığım içinde Aşk adı veriyordum rüyaya. İnsan bir hissin üstünü, bir başka his ile örtebilir mi?

İRİS Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin