IV. MERAK

912 40 35
                                    

        Yemyeşil çimenlerin olduğu bir yerdeydim. Saçlarım rüzgarda uçuşuyor, görüş alanımı daraltıyordu. Bir yerden şırıl şırıl akan suyun sesi geliyordu. Bu sese doğru yürümeye başladım. Pofidik pofidik bulutlar, leziz olacağını düşündüğüm meyvelerin olduğu ağaçlar vardı etrafta. Beni bir masalın kahramanı yapmışlardı sanki. Sonunda bir tepeye vardığımda karşımda bir dere uzanıyordu. Derenin karşı tarafındaki söğüt ağacının yaprakları usulca sallanıyordu. Bu tepedeki çimenlerin üstüne uzanıp gökyüzünü izleme isteğimi durdurdum ve başımı sağa çevirdim. Yalnız değildim, ayakta elini cebine sokmuş biri vardı. Dereyi izliyordu. Tepeden aşağı indim ve onun olduğu tarafa doğru yürümeye başladım. Kimdi o? Kahverengi saçlar... yüzünü hala tam seçemiyordum. Sonra benim olduğum yöne baktı. Hüzünlü gözleri vardı. Parlak ama hüzünlü... Joseph'ti bu. Heyecanlandım ve adımlarımı hızlandırdım. Yanına hemen varmak, sesini duymak istiyordum. Şu anda hayatımdaki en önemli amaç onun yanına varmakmış gibi hissediyordum.Koşmaya başladım ama garip giden bir şeyler vardı. Yaklaştıkça şekli değişiyordu. Sadece o da değil, bulutlar beyazlığını yitiriyor, çimenler ölüyordu. Joseph'in etrafını gri bir duman kapladı ve onu yutmaya başladı. Gitgide koyulaşan duman onu tamamen yok ettiğinde bütün güzel şeyler gitmişti, her şey gitmişti ve ben artık karanlıktaydım. 

        Kan ter içinde yataktan doğruldum. Saçlarım yüzüme yapışmıştı. Etrafıma baktım, her şey normal görünüyordu. Mobilyalar, duvar, dışarıdaki gökyüzü... Karanlıktan ve gariplikten eser yoktu. Bir ''oh'' çektim. Bu konuda fobimin oluşacağını kim bilebilirdi ki? Gözlerim çok acıyordu. Hemen lavaboya gittim ve yüzümü yıkayacağım sırada kendime baktım boş bakışlarla. Gözlerim pörtlek pörtlek olmuştu! Etrafı davul gibi şişmişti. Gözlerimin birinin büyüklüğü diğerinden farklıydı... Tanrım, o kadar ağla diye kim demişti bana sanki...  Hızlı hızlı yüzümü yıkadım ve hala üstümde Sam'in evinde giderkenki giysiler olduğunu fark edip onları değiştirdim. 

        Merdivenlerden aşağı inerken burnuma krep kokuları geldi. Mükemmel bir pazar kahvaltısına hazır bir şekilde mutfağa girdim. Amcam tabağıma krebi yerleştiriyordu. Benim geldiğimi fark edince bana döndü. Bir mutfak önlüğü takmıştı. Eline fırın eldivenlerini geçirmişti. Onun bu halini görünce gülmeden edemedim.

''Günaydın balım.'' dedi ve yaklaşıp alnımdan öptü. Ben de onu yanağından öptüm.

Yerime geçerken ''Günaydın'' diye karşılık verdim. Amcam, yaşadığım kötü olayları benimle konuşarak hatırlatmak yerine unutmuş gibi davranırdı ve bana küçük jestler yapardı. 

O da karşıma oturdu. ''Bugün seni bir yere bırakmıyorum. Beraber barbekü yapacağız. ''

Gözlerim heyecanla parladı. ''O zaman şuradan şuraya adımımı atmam.'' 

Gülümsedi,  bütün reçelleri ve çikolatalı fındık ezmesini önüme doğru ittirdi. Bıçağı kaptığım gibi reçelleri krebe sürüp mideme indirdim. 

''Tontiş amcam, biliyorum beni düşünüyorsun ve bu özelliğine cidden bayılıyorum ama bir şeyi merak ettim.''

Devam et anlamında bir bakış attı amcam.

''Dün gece çığlık attığını duyar gibi oldum. N'oldu bana?''

''Ah.. Şöyle ki... Yine sapsarı olmuştu gözlerin.''

Derin bir sessizlik hakim oldu etrafa. 

''Ben normal değilim galiba değil mi?'' diyerek sessizliği bozdum.

''Jasmine...'' bana hüzünlü gözlerle baktı.

''Tamam! Bundan sonra güçlü olacağım. Daha kötü ne olabilir ki?''

SIRA DIŞI (Extraordinary)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin