Amcam endişeli görünüyordu. Lafa nereden başlayacağını bilemiyor gibiydi.
''Sizin kaza geçirdiğiniz gün ben şehir dışındaydım, belki sana söylemişlerdir.''
''evet, biliyorum.''
''Kaza yaptığınızı öğrendiğimde kalkan ilk uçağa biletimi aldım ve geldim. Ne yazık ki geldiğimde baban, annen ve kardeşin ölmüştü... sen de yaşam mücadelesi veriyordun. Yoğun bakıma almışlardı seni.''
''Bu kadarını ben de tahmin edebiliyorum.''
Amcam eliyle bekle işareti yaptı. ''Seni her gün görmeye geliyordum. Şükürler olsun ki her gün iyileşiyordun. O korkunç kazadan nasıl olup da sağ kaldığını anlayamıyordum. Tanrı'nın bir lütfu diyebiliyordum sadece. ''
''Bir gün yine seni görmeye gittim. Yoğun bakım odasının karşısına geldiğimde kimse yoktu. Camdan sana bakmaya başladım. Sonra çok ilginç bir şey oldu. Birden bire gözlerini açtın.''
Gözlerimi mi açmıştım?! Öyle durup dururken mi?
Sonra amcam beni daha da şaşırtacak bir şey söyledi. ''Ama gözlerin normal değildi. Senin ela-yeşil gözlerin gitmişti. Bu gözler ürkütücü bir şekilde sapsarıydı ve parlıyordu.''
Ağzım açık kalmıştı. Bir süre amcamın söylediklerini hazmetmeye çalıştım. Böyle bir şeyin olması mümkün olabilir miydi?
''Şu anda ne düşündüğünün farkındayım. İmkansız olduğunu düşünüyorsun. Ama kendi gözlerimle gördüm.
kendimi kurt adam filmlerindeki başroller gibi hissediyordum. Bir yaratık gibi... ''Peki bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?''
''İnternette bununla ilgili bir araştırma yaptım.''
''Ne çıktı peki?
''Sadece bir yerin ismi çıktı: Nükleer Santral''
Sonraki Gün
Yatağımdan kalkmadan telefonumdaki saate baktım. İlk dersin başlamasına yarım saat vardı. Uyuyakalmıştım demek ki. Alel acele yataktan fırladım. Yüzümü yıkamaya gittim. Sonra kendimi inceledim. Kumral saçlarımın her teli farklı yöne bakıyordu. Uykusuzluktan olsa gerek, gözlerimin altı da torba torba olmuştu. Ne bekleyebilirdim ki zaten? Banyodan hızla çıktım ve odama gidip hemen hazırlanmaya başladım. Turuncu kazağımı üstüme geçirdim. Saçlarımı düşünemeyecektim, kolaya kaçıp kancalı tokayla tepeden topladım. Merdivenlerden atlaya atlaya indim, ağzıma bir kızartılmış ekmek tıkıştırdım ve evden çıktım. Sonra durağa doğru koştum. Servisi kaçırmıştım tabii ki. Amacım buçukta geçen otobüse yetişmekti. Otobüsün gelmesine beş dakika vardı. Beklerken sonunda dünü düşünmeye başladım. Nükleer santral... Ne alakası olabilirdi ki? Bunu dün amcama da sormuştum ama bir cevap alamadan beni yatağıma göndermişti. Bugünlük bu kadar bilginin yeterli olduğunu düşünmüştü sanırım. Nükleer santral... radyasyon... mutasyon? Belki.. Ben daha fazla fikir yürütemeden otobüs geldi.
On beş dakika sonra okuldaydım. Derse on dakika geç kalmıştım. Bunun için iyi bir azar işittikten sonra yerime geçtim. Daisy'ye ağız hareketleriyle ''Günaydın'' dedim ve dersle ilgilenmeye başladım. Artık ne kadar ilgilenebilirsem... Eğer nükleer santralin anlamı ''mutasyon'' ise o zaman ben bir mutant mıydım? Mutantları düşünmeye başladım. Beş bacaklı köpekler, iki dilli kurbağalar... Ama buradaki nükleer santralde hiç sızıntı olmamıştı ki. Yoksa olmuş muydu? Bunları düşünmekten sıkılıp Joseph'i izlemeye başladığımda ansızın yanıma öğretmen geldi. -aslında ansızın gelmemişti, ben fark etmemiştim.- Beni omzumdan dürttü. Ben de kafamı öğretmene çevirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIRA DIŞI (Extraordinary)
Science-FictionUyandım. Sanki biri içime bir güç topu atmıştı. Sonra ne olacağını umursamayıp gitti sanırım çünkü kendimi hiç de iyi hissetmiyordum. Yavaşça kalktım. Aynaya bakma ihtiyacı duydum ve aynanın olduğu dolaba çevirdim kafamı. Gözlerim. Aman tanrım, böyl...