III.AURA

995 42 18
                                    

Korktum. Ciddi anlamda korktum ama kendi kendime cesur biri olduğumu hatırlattım ve Ted'e doğru yürüdüm. Tam önüne geldim ve ellerimi yukarı aşağı sallamaya başladım. Görmüyordu, transa geçmiş gibiydi. Yapılacak bir şey yoktu, arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Aniden ''Jasmine!'' dedi. Olduğum yerde kaldım. Yavaşça ayaklarımın üstünde döndüm.

Bana gülümseyerek ''İçeridekiler seni çağırıyorlar. Sam'in annesi pasta yapmış.'' dedi ve lezzetli olduğunu vurgulamak için dudaklarını yaladı.

Normale dönmüştü. Bu çok garipti, hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu.

Biraz duraksadıktan sonra gülümsedim ve "Cidden mi? Yaşasın! " dedim.

Beraber içeri gittik. Pastadan sonra eve kaçma şansım % kaçtı? -pastayı yemeden gidemezdim-

Sanırım %0 dı. Daisy yavru köpeklere benziyordu çünkü.

İçeri girdiğimizde ''Jas!'' diye bağırdı.

''Bensiz beş dakika yapamıyorsun değil mi?'' diye söylendim ve yanına oturdum.

''hihii'' diyerek victory (veya peace) işareti yaptı.

O sırada Sam'in annesi pastayı getirdi. Çok güzel bir pastaydı, çilekler, muzlar, kiviler ve çikolata vardı. Hepimizin tabaklarına birer dilim koyup verdikten sonra pastaya yumuldum. Amcam pasta yapmayı bilmiyordu. Yengem genelde yurt dışındaydı. Bu yüzden el yapımı bir pastaya hasret kalmıştım. Tadı bana ilkbaharı hatırlattı. Sanki Japonya'da bir parkta oturmuş sakuraların uçuşunu izliyordum.

Pastadan kafamı kaldırdığımda herkes yemeyi bırakmış bana bakıyordu.

''Ne? Çok lezzetli olmuş'' dedim.

''Hai,hai'' dedi Sam. Bazen ağzından japonca kelimeler kaçırıyordu.

''Tamam, tamam diyor yani'' dedi Daisy.

Ted arkadan ''haa.'' dedi. Belli ki anlamamıştı.

''Neyse biz film izleyecektik'' dedi Joseph.

''Hangi filmi izleyeliim?'' diye sordum.

''I'm Sam'e ne dersiniz?'' dedi Sam.

Hepimiz tam gülecektik ki (Daisy hariç) Sam sehpanın altından DVD yi çıkarttı. Gayet ciddi görünüyordu. Sesimizi kestik.

Aradan 10 dakika geçtikten sonra nihayet filmi izlemeye başladık. (DVD kumandası kaybolmuştu) Film çok duygusaldı. beyin yaşı 7 olan bir adam ve kendi beyin yaşından daha büyük olan kızı... Haliyle elinden kızını alıyorlardı. Neden alıyorlardı ki? O kız onun her şeyiydi... Cidden çok sulu gözdüm. Film bittiğinde gözümdeki yaşları sildim.

Daisy'ye baktım. O ağlamıyordu. Boş boş filmde adı geçen isimlere baktıktan sonra bulaşıkları toplayıp mutfağa götürdü.

İyi ki kimseye çaktırmadan yaşları silmiştim. Bu odunlar arasında dışlanabilirdim.

Etrafıma bakındım. Sam'in annesi Josephlerle konuşuyordu. Sonra ayağa kalktı. Sam'in başını okşadı ve kalan bulaşıkları mutfağa götürdü.

Bir an içime bir üzüntü geldi. Evlendiğim kişinin ikinci bir annesi olamayacaktı ve annem onun saçlarını okşayamayacaktı.

Düşüncelerimden sıyrıldım ve yardıma ihtiyaç var mı diye öğrenmek için mutfağa gittim.

Daisy'le Sam'in annesi (kısaca Bayan Yamato) muhabbeti koyulaştırmışlardı.

''Yardım gerekiyor mu?'' diye sordum.

''Yok tatlım, biz de şimdi içeri geçiyorduk.''

Hep birlikte içeriye giderken Daisy'nin kıkırdadığını duydum. Bu kızı yeteri kadar tanıyor muydum acaba?

Koltuklara oturduktan sonra film hakkında bir sohbet başladı ve bir sürü yorum yapıldı. Bu kadar lafa ne gerek vardı ki? Hüzünlüydü işte. Yine de oturduğum yerden kalkmadım. Derken konu konuyu açtı ve zaman hızla geçti. Herkese veda edip dışarı çıktığımda hava kararmıştı.

Ted yanıma geldi ve ''Eve kadar seni bırakayım istersen? Hava da kararmış.'' dedi.

Joseph varken sana ne oluyordu ki? Tanrım... Şansıma küseyim.

''Yok, gerek yok'' dedim ve yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim.

Biraz bozulmuş görünüyordu. ''Peki o zaman, sonra görüşürüz.'' dedi ve Josephlere yetişti.

Otobüse binmek yerine yürümeyi tercih ettim. Kaybolacak olmam çok da umrumda değildi. Etrafımdaki ışıkların, insanların, seslerin bile doğru düzgün farkında değildim. Yaşadıklarımı düşünüyordum. Neden böyle oluyordu? Ben o filmdeki çaresiz adam gibiydim. Kimsenin başına gelmeyecek şeyler benim başıma gelmişti. Bir adama çarptım. Ona özür dilemek için baktığımda çevresinde onu saran kahverengi halkalar gördüm. Ne yapacağımı şaşırdım ve özür bile dilemeden adımlarımı hızlandırarak yürümeye devam ettim. Bu kadarı yetmişti. Artık bu konuyu düşünmeyi ertelemeyecektim. Yani... radyasyon beni böyle etkilemişti. Bedenime zarar vermek yerine görüşümü değiştirmişti. Hiç yoktan iyiydi. Gerizekalı falan da olabilirdim. Bu moralimi çok da düzeltmedi. Olacaklardan korkuyordum. Ya bu özellik benim görme şeklimi tamamen değiştirirse? Yeşili, moru, pembeyi, turuncuyu olduğu gibi görememek... bunu düşününce tüylerim diken diken oldu. Kafamı kaldırdığımda evin önüne gelmiş olduğumu farkettim. Arada bir düşüncelere dalmak iyi oluyormuş diye aklımdan geçirip sessizce eve girdim ve minicik adımlarla odama çıktım.

Çantamı kolumdan atıp yavaşça yatağıma oturdum. Cebimden telefonumu çıkardım. Youtube'a girdim. Orada bir mix gördüm, ilgimi çekti ve tıkladım. Gözlerimi kapattım. Güzel, durgun bir şarkı çalıyordu. O çalarken yatağımda yan bir şekilde uzandım ve bacaklarımı kollarımda birleştirdim. Müzik dinlerken bunu yapmayı seviyordum. Şarkı bitti, sıra ikinci şarkıya geldi. Aniden gözlerimi açtım. Bu şarkı... Bu şarkı kardeşimle en çok sevdiğimiz şarkıydı. Kaza yapmadan önce de bu şarkı çalıyordu. Benim güzel, küçük kardeşim. Orada mutlu musun? Umarım ben bu durumdayken beni görmüyorsundur... Elimi yanağıma götürdüm. Ağlıyor muydum? Sonra diğer yanağıma götürdüm. Durduramıyordum, olmuyordu. Boğazımdan yukarı bir hıçkırık geldi, onu da tutmadım. İyice büzüldüm, gözlerimi yumdum ve hıçkırıklara boğuldum.

Daha da kötüye gidiyordu. Bu normal bir ağlama değildi. Sinir krizi geçiriyor olabilirdim. Üzerimde müthiş bir baskı hissediyordum. Sanki birisi beni almış eliyle sıkıyordu. Nefes almaya çalıştım ama çok beceremedim. Gözlerimi açtım. Hayatımda yaşadığım en garip olaylardan biriydi. Her taraf koyuydu. Kopkoyu. Sanki kocaman bir dev gelmiş de oda onun gölgesinde kalmış gibiydi. Ellerime baktım. Sonra kollarıma. Her tarafı siyah, küçük, iğrenç böcekler kaplamıştı. Bu benim kendi auram mıydı? (sanırım en uygun kelime buydu) Bütün vücudumdaydılar. Dehşete kapıldım. O sırada koşma sesleri duydum ve içeriye amcam girdi.

Ona baktım ve onun da aurasını gördüm. İlk önce beyaz ve pırıltılı olan şekiller yavaşça koyulaşmaya başladı. Bana yaklaştı, gözlerime baktı ve çığlık attı. Son duyduğum da buydu.

BÖLÜM SONU

SIRA DIŞI (Extraordinary)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin