uzun bir bölüm oldu, iyi okumalar
---
Dedikleri mekana geldiğimde adım atar atmaz yoğun ter ve alkol kokusu burnuma dolmuştu. Zaten geldiğim için mutsuzdum bir de bu beni daha çok itiyordu. Bu bara, Hyunjin'in arkadaşı bu gece burada sahne alacağı için gelmiştik. Tabii ben bir terslik sezmesinler diye zorla gelmiştim. Ama odaklanmalıydım, çocuklara bir şey çaktırmamam gerekiyordu. Belki bugün kafam güzel olursa kalbimin acısı hafiflerdi. Evet, içebildiğim kadar içmeliydim.
Lobiye giriş yaptığımda ilk görüş alanıma giren çılgınlar gibi dans eden Jisung ve Minho oldu. İstemsizce gülümserken selam vermek adına elimi havaya kaldırdım. Beni ilk gören Minho olurken öpücük atmıştı. Tabii, bununla beraber Jisung'tan ufak bir yumruk yedi omzuna. Bu ikisini de pek anlamıyordum. Birbirlerine hâlâ açılmadıkları gibi bize karşı da inkar ediyorlardı aralarındaki çekimi. Onlara da bir ara el atmak lazımdı.
Bakışlarımı onlardan çekip biraz daha ilerlediğimde diğerleri görüş alanıma girdi. Ve, dakika bir gol bir. Hyunjin'le Chan neredeyse kucak kucağa oturmuş bir şekilde flörtleşiyorlardı. Minho'lar beni görmemiş olsa anında gider ve bir bahaneyle gelemeyeceğimi söylerdim. Fakat o şansım sıfırlanmıştı.
Sakin kalmaya çalışarak yanlarına ilerlediğimde beni ilk gören Jeongin oldu.
"Bebeğim hoşgeldin."
Beni kolumdan tutup çektiğinde yan tarafındaki boş yere düşmüştüm. Ardından sıkıca sarıldığında bu sevgi patlamasının nerden geldiğini sorgulamaya başladım.
"Yalnız bırakalım isterseniz."
Chan gülerek konuştuğunda iki saniyelik unuttuğum şeyler yine aklıma nüfuz etmişti. Benim yalnız kalmak istediğim tek biri var diyemiyordum. Başkasını değil seni istiyorum diyemiyordum.
"Ne var, önümüzde yiyişiyorsunuz size özendim. Lix bu akşamlık manita olalım mı hayatım?"
Jeongin'e yalandan göz devirsem de kafamı omzuna koydum. Chan gülümsemişti ama gülümsemesinde tuhaf bir duygu sezmiştim. Belkide ben psikolojik olarak böyle düşünmeye zorluyordum kendimi. Ama tuhaftı işte. Belki de cidden Jeongin'le aramızda bir şeyler olduğunu düşünmüştü. Her ne kadar sevgilisi olduğu için ona içten içe kızsam da ben böyle bir durumda görünmek istemiyordum. Ben onu seviyordum ve nolursa olsun buna sadık kalırdım.
Bu sırada, gözüme takılan Hyunjin sessizliğini korurken sesimi samimi tutmaya çalışarak ona doğru konuştum.
"Ee Hyunjin, alıştın mı bize?"
Sorumla beraber, bana hâlâ yapma gelen bir samimiyetle gülümsemiş ve biraz daha sokulmuştu Chan'a. İnadına yapıyordu sanki, cidden delirecektim.
"Doğrusunu söylemek gerekirse Chan'dan önce çok arkadaşım yoktu. Ama şimdi hem onun gibi mükemmel bir sevgiliye hem de sizin gibi arkadaşlara sahibim. Yani... arkadaş olduğumuzu umuyorum."
Hayır değildik, olmayacaktık.
"Tabii ki öyleyiz. Eniştemizsin sonuçta."
Changbin, Hyunjin'e ona doğru konuştuğunda Chan onun omzuna vurmuştu. Bense gülümsüyordum, fakat sinirdendi.
"Cıvıma lan."
Arkadaşlarımdaki bu sahiplenmişlik beni delirtiyordu birkaç gündür. Hyunjin denen çocuğu tanımıyorlardı bile. Nasıl hemen bu denli samimi olabilmişlerdi? Anlaşılan artık birtek Chan ve Hyunjin'e değil kendi arkadaşlarıma da katlanamayacaktım.
Bu ortam bana istemsizce bazı hayaller kurduruyordu. Chan benim olsaydı mesela. Onun kucağında oturan ben olsaydım, arkadaşlarımız sürekli bize imalar yapsaydı... Belki de sevgili yapmadan önce itiraf etseydim bunlar gerçekleşebilirdi. Ama içimde bir dürtü vardı, Chan'ın beni asla o şekilde görmediğiyle ilgili. Her ne kadar en ufak şeylerden bile umutlanıyor olsam da, bizim hep abi-kardeş ilişkimiz olmuştu.