Yoongi, beş dakika daha karşısındaki bedene karşı kibar ve anlayışlı rolü yapmak zorunda kalacağı takdirde dizleri üstüne çöküp kusacaktı.
Jimin'den gelen beklenmedik buluşma teklifinden sonra işini ertelemiş, ona uymuştu. Bazı şeyler hakkında konuşma fırsatı yakalayabilirdi belki de, sonuçta onunla hiç olmayacağı kadar yakın olmak zorunda kalacaktı aylar sonra.
Onu davet ettiği kafeye bej rengi hakimdi, etrafta bolca çiçek ve tablo vardı, yoğun kahve kokusu sayesinde biraz olsun rahatlıyordu (Bu koku onu ofisinde, güvenli bölgesinde gibi hissettirmişti.). Çok kalabalık değildi ve çalan klasik müzik -Debussy'nin Rêverie'siydi, Yoongi bu besteye bayılırdı- net bir şekilde duyuluyordu. Jimin onu bilerek böyle bir yere davet etmiş olmalıydı.
"Aslında bu konuya hiç değinmek istemiyordum ama işin ucu artık bana da dokunmaya başladı." dedi sorunlu damat endişeli bir yüz ifadesiyle. "Nereden başlasam bilemiyorum..."
Onunla göz temasından kaçınmak için ellerine dikti bakışlarını, rahatsız bir tavırla yerinde kıpırdandı. İçinde yoğun bir öfke ve nefret vardı. Sonunu görmediği bir yola mayın döşemek arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Düşündükçe ağırına giden o anlardan sonra ancak kendine gelebilmişti. Pençelerini sarışına geçirmeli, tıpkı onun yaptığı gibi canını yakmalıydı ve bunu nasıl yapacağını birkaç günlük düşünme sürecinden sonra bulmuştu.
"Dinliyorum." dedi Yoongi onu izlerken. Jimin bir süre kafenin etrafını inceledi, sahte stresini bastırmak için derin bir nefes aldı ve kahvesini yudumladı. Gözlerini onunkilerle birleştirmeyi sonunda başarabilmişti.
"Huzurunuzu bozmamak için size yalan söylemiştim... Jungkook hakkında."
Yoongi, kardeşinin adını duyar duymaz oturduğu yerde doğruldu ve ona yaklaştı, kaşları çatıldı ve az önce dalgın olan gözleri dikkatle Jimin'in üstünde yoğunlaştı. "Ne yalanı?"
Onun endişeli ve hafif heyecanlı hâlini büyük bir sakinlikle karşıladı Jimin. Lafa girmeden önce hafifçe öksürerek boğazını temizledi, onun gibi oturduğu sandalyede öne doğru yaklaştı. Ölüm kalım meselesi bir olaydan bahsedermiş gibi tereddüt ve dikkatle başladı cümlelerine.
"Bakın, bunu gerçekten aranızda ikilik yaratmak için söylemiyorum, lütfen beni yanlış anlamayın. Amacım onu suçlamak değil, aksine bu konuyu onun mental sağlığı için konuşmak istedim."
Yoongi "Ne konusu?" dedi sabırsızlıkla, giderek daha çok geriliyordu. Cümleleri ağzından cımbızla çekip alıyordu resmen. Jungkook'un ruh hâlinin iyi olmadığını(?) bazen görebiliyordu fakat hiç oturup konuşamamıştı onunla bu konu hakkında. O küçük lavaboda kendini kaybedişini gördüğünde bir şeylerin ters gittiğini kesin olarak anlamıştı. Şimdi Jimin'in böyle tereddütlü görünmesi ise kafasındaki ihtimallere tuz biber oluyordu.
"Onu ilk gördüğüm an verdiğim aşırı tepkiyi herhâlde hatırlıyorsunuzdur." dedi Jimin masanın üstündeki elleriyle oynarken. "Sonrasında başka biriyle karıştırdığımı söylemiştim."
Elleri bardağın kulpunu buldu, bir süre kahvesinden çıkan dumanı izledi ve Yoongi'nin onu hâlâ aynı merakla dinlediğinden emin oldu. Ardından daha kararlı bir şekilde baktı ona. Müzik gerginliklerini biraz da olsa azaltıyordu.
"Karıştırmamıştım... Bahsettiğim 'belalı tip' Jungkook'un ta kendisi."
Anında büyük bir rahatlama hissetti bedeninde, bu hissin daha fazlasını istedi. Ona musallat olmuş bir karabasanı defalarca kez aynı yerden bıçaklamak ve çığlıklar içinde yok oluşunu izlemek gibiydi. Onca şantajın ağırlığı azalmış, onu tanıdığı günden beri belki de ilk defa huzuru hissetmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Malvado | Jikook
FanfictionBir rüzgâr esti, bin gözyaşı götürdü. İnsanlığı kan görünce son bulan adi ve acımasız sevgilinin kulağına şöyle fısıldadı Jimin: "Belki o gece öperdim seni, Malvado Hayatımın altmış yılını çalmasaydın." » Malvado(İspanyolca): Kötü insan, şeytan. » +...