Jimin, güne deliksiz bir uyku çekmenin huzuruyla başlayacağını düşünüyordu.
Ne yazık ki öyle olmadı. Güneş doğmadan önceki son saatlerde, kucağında hissettiği ağırlıkla gözlerini araladı. Gördüğü ilk şey, üstüne çıkmış, elinde bir deney tüpüyle ona bakan Jungkook'tu. Gözlerindeki ifadeden anlaşılıyordu nasıl bir haz içinde olduğu. Heyecanla alıp verdiği nefesler arasında gülümsüyor, elindeki renksiz sıvıyı sallayıp duruyordu.
Uyku sersemliği azaldığında korkuyla geri çekilmeye çalıştı ve bir çığlık kopardı.
"Ne yapıyorsun?!"
Altından kurtulmaya çalıştı fakat bacakları onu bir kafes gibi sarmıştı, o hareket ettikçe Jungkook baldırlarını sıkıyordu. Dudaklarını ısırdı korku içindeki bedenin hiçbir işe yaramayan debelenişlerini izlerken.
"Şu hazin sona bakın!" dedi sahte bir hüzünle. "Zavallı Dalia... Sevgilisinin gebereceğini bilse elini çabuk tutardı."
Öyle büyük bir şok içindeydi ki sesi bile çıkmıyordu, sadece hızlı soluklanmalarıydı duyulan. Bir gün içinde ikinci ölüm tehdidiydi. Üstelik ikincisi bir ayyaştan değil, başta şüphelendiği insandandı. Jimin bu dünyada istenmediğini düşündü. Hayat onu istemese de o hayatı istiyordu, yaşamak zorundaydı. Tadacağı sayısız duygu, şahit olacağı sayısız an vardı.
Elindeki tüpe bakarken titreyen sesiyle sordu:
"O ne?"
Jungkook, son anda hatırlamış gibi elindekine baktı.
"Mühim bir şey değil ya, kezzap! Niye sordun canım? Öleceksin zaten."
Altındaki bedenin ona attığı dehşet dolu bakışlar keyfini ikiye katlıyordu. "Şimdi bunu..." Derin bir iç çekti, yüzündeki gülümseme büyüdü. "Boğazından aşağı dökeceğim."
Kalp atışlarının anormal hızı yüzünden kendinden geçti, zaman ve mekan algısını yavaşça yitiriyordu. Alnından soğuk terler süzülürken, havale geçiriyormuş gibi titremeye başladı. Kulağındaki şiddetli çınlama nefes seslerini bastırıyordu. Acıyla inledi, yatağın içine yavaşça gömülüyordu. Mezarı sanırsa burada olacaktı. Çıplak ayaklarının ucuna uzanacak kadar uygun bir boydaydı oluşmaya başlayan çukur.
Birkaç saniyelik karanlıktan sonra onu gördü: Gözleri kızıla bürünmüş, dudakları hastalıklı gibi morarmış ve çatlamıştı. Şakaklarındaki damarlar kendini belli ediyordu. Yanağına damlayan kanın kaynağına, saçlarına baktı. Başının iki yanında, fildişinden iki boynuz, vıcık bir ses eşliğinde yükseliyordu yırtılan kafa derisinden. Şimdi yalnızca sözde değil, fiziken de şeytandı.
Yatağı sandığı mezara bir şeytan tarafından gömülüyordu.
Çığlık atmak için dudakları aralandığında Jungkook onun çenesini tuttu, iki parmağıyla ağzını sonuna kadar açtı. Titreyen bademciğini rahatça görebiliyordu. Jimin sesini yuttu, güç kalmadı bedeninde. Debelenmelerine rağmen hiçbir şey yapamamanın sinir bozucu hissiyle süzüldü gözyaşları. Bedeninin büyük bir kısmı yatağın derin çukuruna gömülmüştü bile.
Korku içinde baktığı kızıl gözlerin sahibi gülümsedi ve elindeki kezzabı, boğazından aşağı yavaşça dökmeye başladı.
Yakıcı sıvıyı ağzında hissettiği anda güçlü bir çığlıkla uyandı. Koltuktaki beden de onun sesiyle küfrederek yerinde sıçradı.
"Ne oluyor lan?!"
Jimin dehşet içinde ona baktı, şiddetli kalp atışları göğsünü dövüyordu. Bir an için uyandığını anlayamadı ve yatakta telaş içinde geri çekilmeye çalıştı. Dalia'nın yokluğu daha ilk geceden hissedilmişti, kesinlikle ona ihtiyacı vardı. Bunun için mesailerini bile kısaltabilirdi. Az önceki anların acısıyla boğazını tuttu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Malvado | Jikook
FanficBir rüzgâr esti, bin gözyaşı götürdü. İnsanlığı kan görünce son bulan adi ve acımasız sevgilinin kulağına şöyle fısıldadı Jimin: "Belki o gece öperdim seni, Malvado Hayatımın altmış yılını çalmasaydın." » Malvado(İspanyolca): Kötü insan, şeytan. » +...