3.9 "i like shiny things but i'd marry you with paper rings"

2.8K 318 379
                                    

Beomgyu

Hayat çok kısa ama ne gariptir ki çok uzun da. Yaşamak için çok kısa, ama önümüze koyduğumuz hedeflere ulaşmak için acelemiz yok çünkü hayat tam bu konuda oldukça uzun. Yani en azından bana hep böyle söylendi. Mesela 'Beomgyu acelen yok hayat çok uzun daha bir sürü başarı yakalayabilirsin, bu bir son değil.' dediler. Ama hemen ardından başka bir gün de 'Hayat çok kısa yaşa gitsin'

Bu yüzden hayat uzun mu kısa mı anlamadım. Belki de adımlarımızın hızına göreydi. Anladığım tek şey hakkında gram fikrimin olmadığı bomboş hayatımda bir şeyler başarmam gerektiğiydi. Parmakla gösterip 'şu çocuk' dedikleri isimsiz kişi olmak istemiyordum. Hedeflerim çok yüksekte değildi, ben sadece Beomgyu olmak istiyordum. Adımı benden başka birileri de bilsin istiyordum. Bir hiç olmak yerine, biri olmak.

Bu yüzden kendimi hırsımla büyüttüm. Başarılı olduğum tek şeyi buldum ve onun üzerine giderek tüm hedefleri aşmak istedim. Dans etmek benim her şeyimdi ve belki de beni hiçlikten kurtarabilecek tek şey. O hem en yakın arkadaşım, hem de ailemdi.

Dans edip bir şeyler başarmayı seviyordum ve kazanmak için önüme çıkan her şeyi kuşkusuz bir kenara atabiliyordum. En azından...bir süre böyle ilerleyebilmiştim.

En azından...bir süre.

O kısacık ve neler olduğunu anlayamadığım sürede, bir çocuk çıkageldi aniden. Gülümsediğinde elimi ayağımı birbirine dolandıran, saçlarının güzel kokusunu sırf biraz daha fazla alabileyim diye çaktırmadan rüzgarlı sokaklardan geçirdiğim ve tası tarağı toplayıp sıcacık bakışlarla bakan gözlerine yerleşmek istediğim bir çocuk.

Gözleri parıl parıl bakan bir çocuk. Öyle güzel bakıyordu ki ben kendimi o gözlerle sevebildim. Onun gözlerindeki beni çok sevdim.

Beni öyle güzel izledi ki her seferinde, bazen yutkunamadım, kalbimden taşan sevgiyi sığdıracak bir yer aradım. Dünya bile küçücük geldi ve hala bir yer bulamadım. Onu anlatmayı da, ona olan sevgimi tanımlamayı da bir türlü başaramadım. Çünkü o sonsuzdu. Her gün daha da mükemmeldi ve bir önceki gün söylediğim tüm güzel sözler, ertesi gün kum tanesi kadar basit kalıyordu. Taehyun anlatılamayacak kadar güzel ve sonsuz biriydi.

Nazik ve sevgi doluydu. Öperken bile sanki her an kırılabilecek porselen bir bebeği öper gibi öpüyordu. Komikti ve benimle uğraşmayı seviyordu. Sırf biraz daha uğraşsın ve eğlenip gülümsesin diye onunla atışmayı seviyordum. Onun söylediği şeyleri reddettiğimde yüzündeki sinsi sırıtış ve inatçı bakışları izlemek çok güzeldi. Taehyun çok güzeldi ve ben bu güzelliği karşısında çok savunmasızdım. Bir gülümsemesiyle bile yerle bir olabiliyordum.

Ona masal anlatmayı seviyordum. Bana masal anlatmasını da öyle. Beceriksizce belimden tutup dans etmesini seviyordum. Onu yemek yaparken izlemeyi de.

Projeleriyle ilgilenirken ki ciddi ifadesini izlemeyi seviyordum. İşleri biter bitmez bana dönüp şefkatle gülümseyişini de...Saçlarımı karıştırıp yanaklarımı öpmesini de. Sinirlendiğinde beni kucağına alıp gözlerimin içine ciddi ciddi bakmaya çalışmasını ancak başaramayıp kahkaha atmasını izlemeyi de.

Her bir detayını ezberlemiştim. Onun bilmediği her hareketi ve alışkanlığı zihnimin en özel kısmında saklı duruyordu. Birini bu denli detaylı ezberlemeyi nasıl başardığımı bilmiyorum. Bunun mümkün olabileceğini bile bilmiyordum ama bir şekilde olabiliyormuş işte.

"Sana inanamıyorum." dedi bıkkın çıkan sesiyle, karşı kaldırımındaki bana bağırarak. "Tam olarak otuz dakika geciktin! Hani erken çıkmıştın."

Çattığı kaşları ve birbirine doladığı kollarıyla gergince karşıya geçmemi bekliyor, ayağını da öfkeyle yere vurup duruyordu. Öfkeyle dediğim de bir civcivin bağırıp çağırmasını izlemek gibi bir şeydi.

fate • taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin