1. BÖLÜM

550 27 0
                                    

2 GÜN SONRA...
  
Aslı yanında hıçkıra hıçkıra ağlayan babaanneesine baktı. Âdeta buz gibi olmuş ellerini babaannesinin ellerinin üstüne koydu.
  
"Gelmeyecekler mi bir daha babaanne? Hep bu soğukta burada mı kalacaklar?"
  
Babaannesi, gözlerini önündeki toprak yığınından kaldırmadı. "Gelmeyecekler yavrum," dedi titrek sesiyle. "Ama onlar bekliyorlar, annen ve baban seni cennette bekliyor."
  
"Cennet neresi babaanne?"
  
"Cennet çok güzel bir yer. Gözlerini artık hiç açmamak üzere kapattığında kendini orada bulacaksın, yani cennette."
  
"Peki," dedi Aslı, gözleri doldu. "Cennet bu kadar güzelse neden iki gündür hep ağlıyorsun?"
  
Babannesi yutkundu. Verecek hiçbir cevabı yoktu. Ne diyecekti ki küçücük çocuğa, bilmiyordu.
  
Aslı babaannesinin susup ağlamaya devam ettiğini görünce, "Babaanne," dedi. "Ben de gitsem cennete hep böyle ağlar mısın?"
  
"Yok," dedi babaannesi. Söylediğine inanmak istiyordu.
  
"Bu gece cennete gitmek istiyorum babaanne," Sesinde belirsiz bir hüzün vardı. "Gözümü kapatmam yeterli mi?"
  
Babaannesi ağlamaktan kıpkırmızı kesilmiş gözlerini Aslı'nın gözlerine dikti. Sonra hemen geri çekti. Aslı'ya bakarken gözlerinden hüzün fışkırıyordu. Bakışları soluktu. "Ben, ben senin gitmeni istemiyorum," dedi.
  
Aslı şaşırmıştı. "Neden babaanne?"
  
Babaannesi zorla gülümsemeye çalıştı. "Çünkü ben senden önce gideceğim."
  
"Beni yalnız mı bırakacaksın?"
  
"Peki sen benden önce gidince beni yalnız mı bırakacaksın?" dedi babaannesi başını gökyüzüne kaldırarak.
  
Kısa ama nefes kesen bir sessizlik oluştu. Bu dayanılamaz sessizliği Refika Hanım bozdu. "Hadi yavrum artık eve gidelim. Vakit baya geç oldu," dedi. Ayağa kalktı.
  
Aslı önünde duran mezara minik elleriyle sarılmaya çalıştı.
  
"Ama annem ve babam üşümez mi? Hava çok soğuk. Annem soğuğu sevmez. O şu an çok üşüyor babaanne."
  
Refika Hanım göreni mahvedecek derecede hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. "Yok yavrum onlar hiç üşümüyor. Hadi gel eve gidelim," dedi.
  
Aslı babaannesinin elinde sürünürmüşcesine giderken önüne hiç bakmıyordu. Nefes nefese kalmıştı. Hâlâ susmuyordu. Babaannesine bakıp aynı cümleyi defalarca söylemeye devam ediyordu.
  
"Annem çok üşüyor babaanne. Ben, ben biliyorum. Annem üşüyor babaanne. Onu çıkaralım oradan bizimle gelsin. Lütfen babaanne lütfen, bizimle gelsin." Aslı eve kadar bunu söylemeye devam etti. Hiç susmadı. Ağlamaya başlamıştı. Bir daha anne ve babasını hiç göremeyeceğini anlıyor gibiydi. Refika Hanım eli titreye titreye kapıyı açtı. İçeri girdi. Kapıyı itekledi. Tam odasına doğru giderken Aslı'nın, "Bu annemin elbisesi mi?" demesi üzerine durdu.
  
Hastanede verilen poşeti kaldırmayı unutmuştu. Refika Hanım yüzünü Aslı'ya doğru döndü. Aslı masanın üzerinde duran poşeti çoktan açmıştı. Elinde duran yarısı beyaz yarısı kandan kıpkırmızı olmuş elbiseyi eline almıştı. Kendi kendine söyleniyordu. "Annem kırmızı giymemişti ki neden elbisesi kırmızı olmuş?"
  
Elinde duran elbiseyi kurtulmak istermişcesine masanın üstüne attı. Korku dolu gözlerle babaannesine doğru koştu. Babaannesinin elini tuttu. Aslı'nın minik elleri titriyordu. Masanın üstünde duran elbiseyi parmağıyla gösterdi.
  
"O," dedi. "Babaanne o kan mı?"
  
İki ay önce eli kesildiğinde parmağından akan kırmızı sıvıya benzeyen şeyden çok korkmuştu. Babası da bunun kan olduğunu söylemişti. Oradan hatırlıyordu. Titreyen parmağıyla elbiseyi göstermeye devam ediyordu. Babaannesi çok korkmuş olan torununu görünce aklına gelen ilk yalanı attı. "Yok annenin üzerine kırmızı boya dökülmüş. Annen temizleyememiş. Doktorlar da temizleyelim diye bize verdi."
  
Refika Hanım'ın gözleri donuktu. Gözlerini bile kırpmadan masanın üstünde duran elbiseye bakıyordu. Birden korkudan hâlâ tir tir titreyen torununu koluna aldı.
  
"Hadi gidelim," dedi. "Biraz uyuyalım ben annenin elbisesini sabah yıkayacağım. Olur mu?"
  
Aslı hiç ses çıkarmadı. Uyuyana kadar gözlerini odasının duvarında duran fotoğrafa dikti. Babaannesi Aslı'nın yanında uzanmış Aslı'nın uyumasını bekliyordu. Yaklaşık yirmi dakika sonra Aslı günün yorgunluğuna dayanamayıp uykuya daldı. Babaannesi üstünü örttü. Tam çıkarken kendine engel olamayıp son bir defa Aslı'ya baktı. İçi paramparçaydı.
  
"Küçücük yaşta anne ve babasız kaldı benim torunum. Daha sekiz yaşındayken yük bindi omzuna," dedi mırıldanarak.
  
Refika Hanım kendisine hakim olamadan ağlamaya meyilli gözlerinden iki damla yaş firar etmeye çalışırmışçasına hızlıca yere aktı. Gözü yaklaşık yirmi dakikadır torununun hiç gözünü ayırmadığı fotoğrafa takıldı. Daha iki sabah öncesine kadar çok mutluydular. Mutluluğu özlemişti, daha doğrusu küçücük torununun ona yüzünde kocaman bir tebessümle babaanne demesini özlemişti. Refika Hanım kaçarmışçasına odadan çıktı. Odasına gitti. Kim bilir belki uyumak için girdiği odasından sabaha kadar ağlayan gözlerle çıkacaktı. Böyle bir acıya uyumak mı engel olacaktı? Sabah uyandıklarında her şey aynı olmayacak mıydı? Ümitsizliğin içinde ümit aramak böyle bir şeydi herhalde.
  
Sessizlik sarmıştı yine gecenin her yerini. Gerçekler yerini tekrardan düşlere bırakmıştı. İnsanların ruhları dolaşıyor gibiydi sokaklarda. kaybolan güvenlerini, kırılan kalplerinin parçalarını ve geri istedikleri mutluluklarını arıyor gibiydiler âdeta. Çünkü bedenler yorulmuş, yerini ruhlara bırakmışlardı. Ama bulsalardı ne değişecekti ki? İnsanlar bir yolunu bulup tazelenen mutluluklarını ve güvenlerini yok etmeyecekler miydi? Kırılan kalplerine bir kırık daha eklemeyecekler miydi? Geceler böyle geçmeye devam ederken nihayet sabah olmuştu. Aslı günün ilk ışıklarıyla uykudan uyandı. O kadar yorgun o kadar hâlsiz gözüküyordu ki sanki bütün gece uyuyamamış hüzünlü gözleri hep açık kalmıştı. Yerinden kalkarak odasından çıktı. Bakışları yerdeydi. Başını kaldırdığında babaannesinin koltukta oturduğunu gördü. Refika Hanım torununun uyandığını görünce yerinden kalkarak torununa doğru yürüdü. Babaannesinin gelmekte olduğunu gören Aslı, kaçarmışçasına mutfağa gitti. Refika Hanım ne olduğunu anlamak için Aslı'nın peşinden gitti. Fakat mutfağa gittiğinde bile Aslı hiç yüzüne bakmadı.
  
Refika Hanım az duyulur bir sesle, "Yavrum ne oldu, niye konuşmuyorsun benimle?" dedi.
  
Aslı halıya bakan gözlerini babaannesine yöneltti. Sanki tam bir şey diyecekken vazgeçiyordu. Sonra aniden, "Babaanne," dedi. Sesi yürek yakıcıydı. "O elbise ka... kandı değil mi? Bana şaka yapma lütfen."
  
Refika Hanım çok şaşırmıştı. Küçücük torununu kandırabileceğini düşünmüştü. Ama becerememişti. Utançtan kıpkırmızı olmuş yanaklarını gizlemek için başını yere eğdi. 
  
"Yok kızım hani ben sana dedim ya o elbise boya olmuş. Ondan öyle kırmızıydı."
  
Aslı birden söze atıldı, "Hayır babaanne!" dedi kaşlarını çatarak. Sözleri hıçkırıklarıyla bölünüyordu. "Ben akşam kalkıp baktım. Çok korktum ama baktım. Ben o elbiseyi kokladım babaanne. Önce kendi kırmızı boyamı kokladım sonra da elbiseyi. Ama annemin elbisesi kırmızı boyam gibi kokmuyordu. Parmağımın kesildiği gün ben parmağımı koklamıştım. Benim annemin elbisesi..." Sonra Aslı duraksadı. Sustu... Refika Hanım'ın gözleri dolmuştu. Küçücük torunu neler de biliyordu. Her şeyi anlıyordu. Artık büyümüştü. Hem de bir günde, sadece bir günde büyümüştü.
  
Aslı, "Benim annemin elbisesi kan kokuyordu babaanne," dedi birden.
  
Sesi, sesi anlatılamazdı. Korkuyla, hüzünle, gözyaşıyla doluydu. Küçücük bir çocuk bunu hak ediyor muydu? Gülmesi gerekmiyor muydu? Kahkahalar atması gerekmiyor muydu? Ya da oyun oynaması gerekmiyor muydu? Küçücük bir çocuk ağlamayı mı hak ediyordu? Gözlerinin daldığı yerde dolmasını mı hak ediyordu? Ya da bu kadar ağır bir yükü taşımayı mı hak ediyordu?
  
Aslı hızlıca koşarak odasına doğru gitti. Babaannesi de peşinden endişeyle gitti. Refika Hanım kapının önünde durdu. Odasındaki kırmızı olan her şeyden kurtulmaya çalışan Aslı'yı görünce paramparça oldu.
  
"İstemiyorum," dedi Aslı elindeki yorganını minik elleriyle parçalmaya çalışırken. "Kırmızıdan nefret ediyorum. Kırmızı olan hiçbir şeyi istemiyorum!"
  
Babaannesi koşarcasına yürüyerek torununa sarıldı. "Dur yavrum," dedi. "Dur benim güzel kızım. Hepsini çıkartacağız. Sana söz veriyorum odanda kırmızıya dair hiçbir şey kalmayacak."
  
Aslı ona sarılan babaannesinin omuzlarına başını koydu. O anın verdiği duyguyla ağlamaya başladı.
  
"Benim annem ve babam bir daha hiç gelmeyecek babaanne. Ben onları bir daha hiç göremeyeceğim, biliyorum."
  
Birbirine sarılmış iki insan, bu acıyla nasıl yaşayacaklarını düşünen iki kalp ve paramparça olmuş bir hayat...
  
Aslı ve babaannesi yaklaşık iki saat boyunca odada kırmızıya dair hiçbir şey bırakmadı. Odanın her tarafı neredeyse kırmızı hariç bütün renklere bürünmüştü. Oda bittiğinde babaannesi Aslı'ya döndü, "Oldu mu?" dedi.
  
Aslı hiç ses çıkarmadı sadece başını salladı. Yatağına oturarak sustu. Oysa susmak kimsenin duymadığı en yüksek sesti. Babaannesi yatakta oturmuş mahvolmuş duran torununa baktı. "Nasıl mutlu edeceğim ben seni şimdi? Nasıl gülümsemeyi tekrardan öğreteceğim sana? Konuş lütfen torunum konuş ki susmasın tüm gerçekler," dedi içinden.
  
Aslı başında onu izleyen babaannesine baktı.
  
"N'oldu babaanne? dedi. "Niye bu kadar üzgünsün, her an ağlayacakmışsın gibi bakıyorsun bana."
  
"Yok yavrum, ne ağlaması? Dalmışım sadece."
  
"Acıyorsun değil mi bana?" Refika Hanım şaşırmıştı. Torunu diğer çocuklara göre çok olgundu. Ne yalan atsa inanmazdı.
  
"Ben, ben mi acıyorum sana? Saçmalık, basbaya saçmalık bu. Hem ben neden acıyayım ki sana?"
  
"Bilmem... Annem ve babam olmadığı için olabilir. Herkes acıyarak bakacak artık bana," dedi Aslı. Gözleri cennetlikti. Fakat bakışları, masum bakışlarındaki hüzün göreni mahvedecek derecedeydi.
  
"Yok, yok torunum kimse acıyarak bakmayacak sana. Sen annenin ve babanın kızısın. Onlar seni güçsüz gördükleri için öyle bakacaklar sana. Ama sen güçsüz gözüktüğün için değil, onlar seni güçsüz görmek istedikleri için öyle bakarlar, çünkü öyle görmek isterler. Sen güçlüsün. Hem acıyarak bakmak da onların ayıbı olsun. Senlik hiçbir şey yok."
  
"Peki babaanne," dedi Aslı. "Annem ve babam beni görüyorlar mı? Ben üzülsem onlar da üzülürler mi?"
  
"Evet kızım. Annen ve baban seni görüyor ve sen üzülüp ağladığın için tabii ki onlar da çok üzülüyor. Belki ağlıyorlardır da. Annen ve baban seni mutlu görmek ister, üzgün değil."
  
Aslı derin bir iç çekti. "Onlar mutluysa ben de mutlu olurum ama babaanne ben onlarsız mutlu olamam. Annem de babam da bunu çok iyi biliyor. Ben onlarsız mutlu olmayı beceremem ki."
  
Refika Hanım gözleri dolu bir şekilde torununu izliyordu. Küçücük torunu ne kadar da haklıydı. Ne kadar da güzel konuşuyordu. Mutlu olmayı becerebilir miydi? Tekrardan gülümsemeyi becerebilir miydi? Küçücük yaşında yalnızlığa mahkûm bırakılmışken hayatı sevebilir miydi? Hayatın yüzüne gülebilir miydi? Bu felaketten sonra hayata karşı kötü birisi mi olmayı tercih edecekti yoksa içine kapanıp susmayı mı?

BANA ÇOCUKLUĞUMU VERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin