22. BÖLÜM

23 8 0
                                    

Bir anda kendimden geçtiğimi fark ettiğimde gözlerimi açarak babama baktım. Koluna dokunarak sarstım, "Baba kalk hadi," dedim. "Burada uyuyacağız her yerimiz tutulacak."
  
Babamı sarsmaya devam ettim. Fakat bir türlü uyanmadı. "Baba yoksa uyudun mu?" dedim.
  
Bir anda gözlerini açtı. "Yok, ne uyuması?" dedi.
  
"Neden gözlerini açmadın o zaman?"
  
"Bilmem. Açmak istemedim."
  
Ayağa kalkarak elimi babama doğru uzattım. "Hadi tut elimi," dedim. "Ayağa kalkalım."
  
Babam uzattığım elimi tutarak ayağa kalktı. "Sen zaten ayaktaydın. Sanırım ayağa kalk demek istedin," dedi.
  
"Hayır," dedim. "Biz beraber düşer beraber kalkarız."
  
"Ben düşmemiştim ki..."
  
"Sana düştün demedim baba. Uzatılan bir ele ihtiyacın vardı. İki ayağının üstüne basarak ayakta durmuş olmuyorsun, güce ihtiyacın var. Hem ruhun kurtarılmayı beklerken ayakta dimdik durup, başını dik tutsan ne yazar?"
  
"Her şey bir kitabın dolmayı bekleyen bomboş beyaz sayfasından ibaret."
  
"O bomboş beyaz sayfayı sadece kalem mi doldurur zannediyorsun? Sadece ruhun yetmez mi? Sadece kalbin yetmez mi? Ya da o kâğıda sadece bir sen yetmez mi?"
  
Babam elini omzuma koyarak sıktı. "Şu hayatta bana bir sen yeter," dedi.
  
"Sana ben değil, bir sen yetersin," dedim.
  
"Hayata bağlanmak için bir sebebimin olması gerekmiyor mu?"
  
"İşte, ben de onu diyorum. Seni hayata bağlayan sadece sen olmalısın."
  
Babam gülümseyerek bana baktığı sırada, "Bana bir kendim, bir de sen yeterlisin," dedi.
  
"Seni hiç kaybetmek istemiyorum baba," dedim.
  
"Kovsan bile gitmem," dedi gülerek.
  
"Ya gidersen? Ya kaybedersem seni?"
  
Gözlerimi yere devirdiğimde babam da aynı benim gibi gözlerini yere devirdi. Titrek sesiyle konuşmaya çalışıyordu, "Peki ya sen gidersen?" dedi. "Peki ya ben kaybedersem seni?"
  
"Aramak için çıktığın yolun başında bulursun beni," dedim.
  
"Bulur muyum?"
  
"Bir şeyi kaybedemezsen bulamazsın. Beni ancak kaybettiğinde bulursun ki ben asla kaybolmam. Ruhum hep bir yerlerde bırakmıştır bir parçasını."
  
Tam kapının koluna açmak için uzandığım sırada kendimi tutamayıp babama sarıldım. Kokusunu iyice içime çekerek, "Bana kaybetmekten falan bahsetme bir daha," dedim. "Ben kaybolmam. Hem sen de beni bırakıp gitmezsin. Ben gitmediğim sürece, sen gitmediğin sürece kimse kaybetmez birini. Yoksa sen..." der demez babam sözümü böldü.
  
"Ne soracağını biliyorum. O cümleni tamamlamanı asla istemiyorum. Ben on sekiz yıl sonra bulduğum kızımı nasıl bir daha kaybetmek isterim?"
  
"Hayır, bunu ben de istemiyorum. Bana bu konuda söz vermeni istiyorum."
  
"Sana söz veriyorum ölene dek seni hiçbir zaman bırakıp gitmeyeceğim."
  
"Ölme baba. Yalvarırım sen de ölme." Gözümden akan yaşlar babamın elbisesine değdiğinde kendimi geriye doğru çekerek gözümdeki yaşları sildim.
  
"Ne ara bu konuya kadar geldik ya?" dedim ağlamamı durdurmaya çalışarak. "Bir gülüyoruz, bir ağlıyoruz. Böyle de olmaz. Değil mi baba?"
  
Açmış olduğum kapıdan çıkacağım sırada babam kolumu tuttu. Yüzümü yüzüne döndüğümde, "İyiyim taklidi yapma kızım," dedi. "Dokunsalar ağlayacak gibisin ki ağlıyorsun zaten. Kendini bu kadar zorlama. Varsın ağla, varsın sen ağladıkça ben ağlayayım. Ama yanımda zorla gözyaşlarını tutmak için uğraşma."
  
"Yapma baba," dedim çenem titrerken. "Ağlamak istemiyorum."
  
"Ağlıyorken bile ağlamamak için çırpınıyorsun."
  
"Baksana gözlerin de doldu. Senin de ağlamanı istemiyorum. Hem ben iyiyim zaten. Bir gidip Melek'e bakayım."
  
"Bu hâlde mi?" dedi babam gözlerime iyice bakarak.
  
"Yüzümü yıkarım geçer," dedim. "Hatta hiç yüzümü bile yıkamayacağım. Ağlamak suç mu?"
  
Annemin fotoğraflarının bulunduğu odadan çıktıktan sonra babamın odasından çıkarak hızlıca salona doğru yol aldım. Salona geldiğimde Burak, Kemal ve Melek koltukta oturmuş benim geleceğimi biliyorlarmış gibi geldiğim tarafa bakıyorlardı.
  
"Ne oldu?" dedim koltuğa oturarak. "Niye bakıyorsunuz öyle?"
  
"Hiç," dedi Melek. "Bir şey olmadı. İyi misin?"
  
"Neden iyi olmayayım ki? Çok iyiyim."
  
"Her şeyi duyduk Aslı."
  
"Neyi duydunuz Melek?"
  
"Bağırarak söylediklerinizi duyduk."
  
Melek'e baktığımda gözlerinin dolduğunu fark ettim. Onun hakkında söylediklerimizi de duymuş olmalıydı. Yanına giderek yere çöktüm.
  
"Özür dilerim," dedim. "Gerçekten çok özür dilerim."
  
"Gerçekleri bağırdığınız için ya da bağırdığın için özür dilemene gerek yok... Gerçek bu sonuçta. Hem öksüzüm, hem yetimim hem de doğmamış kardeşim öldü," dedi yutkunarak. "Bunların hepsi gerçek. Saklanmıyor, saklanamıyor, saklanamaz... Şimdi neden gerçek olan bir şeyi söylediğin için özür diliyorsun ki?"
  
"Söylenilen şey gerçek de olsa eğer ki can yaktıysa özür dilenmeli. Kendimi özür dileme mecburiyetinde hissettim."
  
Melek bakışlarını devirerek "Tamam," dedi. Söylenilecek, söylenebilecek o kadar söz varken o sadece tek bir kelime söyleyerek sustu. Ve yine donuk bir vaziyette izlediği yere kilitlendi. Anne ve babası hatta kardeşi de öldüğü zaman aynen böyle baktığı yeri hiç göz kırpmadan dakikalarca izlerdi. Kolundan tutarak sarstım.
  
"Melek," dedim. "Kalkıp kızsana bana, niye susuyorsun? Özür dilerim Melek, hayatının mahvolmasının nedeni ben olduğum için özür dilerim. Keşke hiç doğmasaydım. Hiç gelmeseydi bunlar başımıza."
  
Melek bacağının üstüne koyduğum elimi tuttu. "Sus," dedi. "Sakın kendini suçlama. Sen iyi ki doğdun. Hayat zorluklarıyla güzeldir. Seni sevdiğim için hiçbir şey demiyorum, her şey geçmişte kaldı. Sen sadece mutlu ol... Ben başka bir şey istemem."
  
"Ama sen de mutlu ol."
  
Gülümseyerek Melek'e baktığım sırada babamın sesini duymam üzerine başımı arkama döndüm.
  
"Melek özür dilerim," dedi. "Gerçekten çok özür dilerim."
  
"Hayır, özür dilemenize gerek yok," dedi Melek. "Hani defteri okuduğumuz gün bana ne söylediğinizi hatırlıyor musunuz?"
 
"Dün gibi hatırlıyorum."
  
"Şimdi kalkıp benden özür dilemeyin. Biz bu defteri o gece kapattık, hem de bir daha hiç açmamak üzere kapattık. Ama görüyorum ki açılmış. Şimdi ben gerçekten artık bu konuyu burada bitirmek üzere kapatmak istiyorum."
  
Melek'in elimi tutan elini sıkarak, "Kapandı. Hem de artık hiç açılmayacak," dedim.
  
Babam yanımıza doğru gelerek bakışlarını Melek'e yöneltti.
  
"Papatyalı eve gitmek ister misin?" dedi.
  
"Hem de çok isterim Mehmet Bey," dedi Melek sevinçle.
  
"Bana Mehmet amca diyebilirsin."
  
"Tamam o zaman, Mehmet amca derim ama lütfen gidelim."
  
"Gidiyoruz zaten. Hadi kalk Aslı, Melek'i ben arabaya getiririm. Hem bence Melek artık tekerlekli sandalyeye binmemelisin. Az da olsa yürüyebiliyorsun."
  
Melek yerinden kalkmaya çalışarak babamın uzatığı elini tuttu. "Evet Mehmet amca," dedi. "Kullanmayacağım artık tekerlekli sandalyeyi."
  
Evden çıkarken babam koltukta oturmuş olan Kemal ve Burak'a baktı.
  
"Hadi çocuklar neyi bekliyorsunuz?" dedi. "Israr falan istemiyorum. Siz de geliyorsunuz."
  
Kemal ve Burak babama bakıp gülümseyerek oturmuş oldukları yerden kalkıp peşimizden geldiler. Evden çıkarak kapıyı kapattık. Arabaya yerleşip yola koyulduk. Yol biraz uzundu ama olsun... Ne de olsa varacağımız yer bu yola katlanmaya bedeldi. Babamın ve annemin yaşadığı eve gidene kadar pencereden bir an olsun gözümü ayırmadan dışarıyı seyrettim.
  
"İşte geldik."
  
Babamın cümlesi üzerine hızlıca arabanın kapısını açıp dışarı çıktım. Hava kararmak üzereydi. Herkesin arabadan inmesini bekledim. Kemal, Melek'in koluna girmiş arkamızdan getiriyordu.
  
"Dışarıda mı otursak?" diyerek babama baktım.
  
"Oturalım," dedi. "Hem her yer çimen zaten."
  
"Buraya oturalım," diyerek babama bir yer gösterdim.
  
Hepimiz bir çember oluşturmuş gibi yan yana dizildik. Benim hemen yanımda Melek, Melek'in yanında Kemal, Kemal'in yanında Burak, Burak'ın yanında ise babam oturuyordu. Yani bir yanımda Melek, diğer yanımda babam vardı.
  
"Keşke Gece'yi de getirseydik," diyen Melek'e bakıp gülümsedim.
  
"Gece'yi getirseydik sanırım oradan buraya koşacaktı ve biz de peşinden koşacaktık," diyerek güldüm.
  
Cümlem üzerine herkes güldü. Hepimiz uzun bir sessizliğe büründük. Ne söyleyeceğimizi bilmiyorduk, nasıl bir konu açacağımızı bilmiyorduk. Hepimiz bakışlarımızı bir kenara devirmiş dalmıştık. Birkaç dakika sonra Melek, "Neden hepiniz sustunuz?" dedi.
  
"Hepiniz değil hepimiz sustuk," dedim. "Buna sen de dâhilsin."
  
"Ağlasak güzel olmaz mı?"
  
"Hayır Melek. Ağlasak güzel olmaz," diyerek acı acı gülümsedim.
  
"Hem bakın yağmur da yavaş yavaş yağmaya başladı," dedi Melek. "Gözyaşlarımız yüzümüze değen yağmur damlalarına karışır. Kimse ağladığımızı da anlamaz."
  
Melek'in sözünü babam kesti. "Hayır," dedi. "Ağlamak falan yok. Ağlamak dışında istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz."
  
"Susalım o zaman," Melek sözü üzerine derin bir iç çekerek başını gökyüzüne kaldırdı.
 
Birkaç dakika süre zarfından sonra Melek, "Ay yavaş yavaş gökyüzünde görünmeye başladı. Hem yıldızlar da parlıyor. Çok güzel değiller mi?" dediğinde sesi yavaştan titremeye başladı.
  
Sanırım o geceyi hatırlamıştı. Yıldızları izlerken bir anda ağlayıp hiçbir şey demeden, hatta arkasına bile bakmadan uzaklaştığı ve benim de korkudan onu bulamadığım için deliye döndüğüm, en sonunda onu kendi evine gidip anne ve babasının yastığına sarılı bulduğum geceyi hatırlamıştı... O gün anne ve babasının ölümünün üstünden tam olarak bir ay geçmişti. Ve Melek hâlâ onların yokluğuna alışamamıştı, hâlâ geceleri uyumak için girdiği odasına sabahları ağlamaktan mahvolmuş gözlerle çıkıyordu.
  
Melek'in yere koyduğu eline dokunduğum an gökyüzüne yönelttiği bakışlarını elinin üstüne koyduğum elime değdirdi. Kulağına eğilerek kısık bir sesle, "Sakın ağlama," dedim.
  
Dudağının yanındaki kulağıma eğilip titrek sesiyle, "Neden?" dedi.
  
Aynı kısık sesle konuşmaya devam ettim. "Nedeni yok, ama ağlama işte."
  
"Dayanamıyorum," dedi. Sesi o kadar yürek yakıcıydı ki gözlerimin dolmasına yetmişti. Kulağıma daha da eğilerek, "Çok güzel gülüyor, gülüyorlardı. Ben o gülüşleri hatırladıkça dayanamıyorum."
  
"Yapma," dedim. "Ağlamak istemiyorum."
  
"Ben de ağlamak istemiyorum. Ama..." der demez sesini çıkması için zorlaması üzerine ağladığını anladım. "Başımı gökyüzüne kaldırmam gerek, belki de öyle dökülmez gözyaşlarım. Belki de öyle annem uzanıp siler gözyaşlarımı. Hem dokunmuş da olur yüzüme. Ben farkında bile olmadan..."
  
Birkaç saniye öylece durduktan sonra kendisini geriye doğru çekip başını gökyüzüne kaldırdı. Saniyelerce gökyüzünü izleyip ağlamasını durdurmak için çabalıyordu. Bir an olsun Melek'ten gözlerimi ayırmadan dolu gözlerimden yaşlar gelmesin diye gözyaşlarımla boğuşuyordum.
  
"Sakın Aslı, sakın ağlama, ağlamayacaksın!" İçimden tekrar ettiğim cümleye kulak verdim. Yaslanmak için yere koyduğum elimi yumruk hâline getirip sıkarak başımı önüme eğdim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Bir dakikadan fazla kapalı tuttuğum gözlerimi açtım. Babamın beni izlediğini fark ettiğimde zoraki bir şekilde gülümsedim.
  
"Yapma," dedi yanıma doğru eğilerek. "Sakın düşündüğüm şeyi yapma."
  
Ağlamamı istemiyordu. Eğmiş olduğum başımı kaldırarak dişlerimi sıktım. Aslında ağlamayacaktım ama bir an ne olduğunu anlamadan gözümden yaş geldi. Bakışlarımı yanımda oturmuş vaziyette beni izleyen babama yönelttim.
  
"Özür dilerim," dedim.
  
"Ağladığın için özür dilemene gerek yok," dedi. "Ama gözünden akan her yaş babana daha fazla acı veriyor kızım."
  
Babamın dolmuş gözlerini inceleyen bakışlarımı Melek'e yönelttim. Hâlâ gökyüzünü izliyordu. Derin bir nefes alarak yavaşça ayağa kalktı.
  
"Artık eve gidelim mi?" dedi.
  
"Tamam, gidelim. Kemal Melek'e yardım et."
  
"Hayır, Mehmet amca teşekkürler. Tek başıma yürüyebiliyorum."
  
"Sen nasıl istersen kızım," diyen babama bakıp ayağa kalktım. Arabaya doğru giden Melek'in peşinden gittim. Melek'e yetiştiğimde kolunu tuttum.
  
"Eve gitmen sana iyi gelecekse gidelim," dedim. "Ama senin o eve gitmenin nedeni sadece odana çekilip ağlaman. O eve sadece ağlamak için gidiyorsun."
  
"Ağlarım ya da ağlamam, bu herkesi ilgilendirmez."
  
Melek'in tutmuş olduğum kolunu bıraktım. Gözlerimi gözlerine dikerek, "Ben senin için herkes miyim?" dedim.
  
Koluma dokunarak, "Aslı özür dilerim," dedi. "Öyle demek istemedim. Bir anlık sinirle oldu."
  
"Öyle demek istedin ya da istemedin. Bu beni zerre alakadar etmez. Ben lafın ağzından çıkıp çıkmadığına bakarım. Ben de burada her ağzıma geleni söyleyeyim ve sonunda bir anlık sinirle oldu diyeyim. Kabul eder misin? Hoşuna gider mi? Hani senin de ağzından bir anlık sinirle çıkmış ya onun için diyorum."
  
"Aslı gerçekten bu kadar büyütmene gerek yok," diyen Melek'e bakarak kolumu tutan elini kaldırıp kendimi geriye doğru çektim.
  
"Sana göre herkes gibiysem herkesin düşüncelerini önemseme. Hani ben herkesim ya..." diyerek arabaya bindim.
  
Melek arabaya binip yanıma oturarak, "Özür dilerim," dedi.
  
"Yapılan bir şeyden sonra özür dilemenin bir anlamı yok," dedim.
  
"Peki yapılan şey yanlışlıkla yapılmışsa?"
  
Birkaç dakika hiçbir şey demeden arabanın camından dışarıya baktım.
  
"Neden sustun?" dedi Melek.
  
"Bazen bazı şeyler konuşmana izin vermez," dedim. "Bırak da biraz ben değil içimdekiler konuşsun."
  
Cümlem üzerine ne ben daha fazla bir şey söyledim ne de Melek tek bir kelime etti. Yirmi saniyeden az bir süre sonra babamlar arabaya geldiler. Arabayı süren bu sefer Burak'tı. Eve gidene kadar bir saniye bile olsun gözümü arabanın camından ayırmadım. Eve geldiğimizde de kimseyle tek bir kelime bile konuşmadan odama geçtim. Yatağıma uzanarak yorganımı üzerime çekip gözlerimi kapattım. Kapının çalmasıyla birlikte gözlerimi açtığımda sabah olmuştu. Kapıyı çalan Melek'ti. Melek İçeri girdiğinde yerimden kalkarak yatağıma oturdum.
  
Yanıma oturup, "Günaydın," dedi gülümseyerek.
  
"Günaydın," dedim yüzümü biraz asarak.
  
"Ama yapma Aslı böyle. Hâlâ kırgın mısın bana?"
  
"Ben kimseye kırgın olmam. Kızgınım biraz sana."
  
"Yine mi özür dileyeyim?"
  
"Hayır, gerek yok."
  
"Yani?" dedi Melek soru soruyormuşçasına.
  
"Yani affettim," dedim.
  
"Çok iyi yaptın," Melek'in yüzünde oluşan gülümsemeyle birlikte kahkaha atmamak için kendimi çok zor tutuyordum.
  
"Ne o, çok mu mutlu oldun?" dedim.
  
"Korkudan beni affetmezsin diye bütün gece uyuyamadım," dedi. "Sen buna mutlu olmak mı diyorsun? İstersen kalkar göbek bile atarım."
  
"Kalk hadi, kalk yap."
  
Melek tam oturduğu yerden kalkacakken kolunu tuttum.
  
"Ne yapıyorsun?" dedim. "Saçmalama."
  
"Sen kendin demedin mi?" dedi.
  
"Ben şaka yaptım Melek."
  
Gülerek tutmuş olduğum kolunu bıraktım. "Hadi gitmiyor muyuz?" dedi.
  
"Nereye?" dedim.
  
"Okula gideceğiz."
  
"Hayır Melek, hayır. Asla gitmiyoruz!"
  
"Evet Aslı, evet. Kesinlikle gidiyoruz!"
  
"Hayır ya!" diyerek kendimi sırtüstü yatağa attım.
  
Melek yerinden kalkarak odanın kapısını açtı. "Ben seni salonda bekliyorum. Bu arada, okul formalarını giyin. Sonra öğretmen bizi sınıfın ortasında azarlamasın. Hadi çıktım ben," diyerek açmış olduğu kapıdan çıkarak kapattı.
  
Yerimden kalkacak hâlim olmadığı hâlde yerimden kalktım. Dolabımın en üst rafına bıraktığım formalarımı alarak giydim. İçinde hiçbir şey olmayan çantama iki defter ve bir kalem koyarak odadan çıktım. Merdivenleri yavaş yavaş inerek salona geçtim. Melek formalarını giymiş beni bekliyordu. Melek'in yanına yaklaşarak, "Yürümekte zorlanmıyor musun?" dedim.
  
"Bacaklarım hareketsiz kaldığı için biraz zorlanıyorum ama gittikçe iyileşiyor," dedi.
  
"İstersen koluna girebilirim."
  
"Yok, gerçekten hiç gerek yok. Böyle daha iyi."
  
Beraber dış kapıya doğru yol aldık. Tam evden çıkacakken Kemal hızlı adımlarla yanımıza geldi.
  
"Ne oldu Kemal? Bir yere mi gidiyorsun?"
  
"Yok, size yetişmek için hızlı bir şekilde geldim, yoksa bir yere gideceğim yok." dedi.
  
"Neden bize yetişmek için?"
  
"Okula gidiyorsunuz ya... Arabayla bırakmak için."
  
"Yok Kemal, gerçekten hiç gerek yok. Biz yürüyerek gidelim. Hem benim için daha iyi olur." diyen Melek'e bakıp, "Evet biz kendimiz gideriz. Sen hiç yorulma," dedim.
  
Kemal başıyla onay verdiğinde evden çıktık. Yavaştan yavaş adımlarla okula doğru yol aldık. Okula gidene kadar tek bir kelime olsun konuşmadık. Kendimi okulun önünde bulduğumda, "Beni buraya getirdin ya Melek helal olsun sana," dedim.
  
"İyi anlamda mı söyledin, yoksa kötü anlamda mı? Çünkü ben gerçekten bir şey anlamadım," dedi.
  
"Tabii ki de iyi anlamda söylemedim akıllım."
  
"Tahmin etmeliydim."
  
Beraber okula girer girmez sınıfa doğru yol aldık. Sınıfın kapısının önüne geldiğimizde, "Henüz yol yakınken geri mi dönsek?" dedim.
  
Melek kapıyı tıklatmak için elini kaldırdığında, "Evet Aslı," dedi. "Yol o kadar yakın ki... Neyin kafasındasın? Sınıfın kapısının önündeyiz nasıl geri dönelim?"
  
"Neyin kafasında olduğumu biliyorum Melek. Bak henüz girmedik sınıfa. Bence biz gidelim. Lütfen."
  
"Of Aslı. Senin bu okulu sevmeme durumunu ne yapacağız? Hem bak gireceğiz sınıfa bu yüzden gidemeyiz."
  
"Ama henüz girmedik."
  
Melek inadıma kapıyı tıklatarak açtı. "Bak ilk adımı attık bile," dedi.
  
"Geri dönsek ne olurdu? İnatçı!" diyerek Melek'in peşinden sınıfa girdim.
  
Matematik öğretmeni tahtada bir şeyler anlatıyordu. Konuşmasını hiç bozmadan başıyla yerimizi göstererek geçmemizi söyledi. Melek'le birlikte öğretmenin gösterdiği yere geçip oturduk. Hemen arkamızdaki sırada Ali oturuyordu. "Aslı," diye kısık bir sesle beni çağırdı. "Günaydın."
  
Hiç cevap vermek istemiyormuşçasına, "Günaydın Ali," dedim.
  
"Saçını kim yaptı? Sen mi yaptın?" dedi.
  
"Konunun saçımla ne alakası var? Gerçekten ben anlamadım."
  
"Söylesene, ne olacak ki?"
  
"Ben yaptım Ali. Neden sorduğunu sorabilir miyim?"
  
Şaşkın bir şekilde yanında oturan ismini bile bilmediğim kişiye bakarak, "Ya şu kızların hiç uğraşmadan yaptığı topuzu kuaför uğraşsa bile yapamaz," dedi. Saçıma şaşkınlıkla bakmaya devam ediyordu.
  
Ali'nin kurduğu cümle üzerine kendimi tutamadan güldüm. Tam önüme döneceğim sırada, beni izleyen Murat'a bakışlarım değdi. Beni izlerken güldüğüm için mi bilmiyorum, dudağının kenarında hafif bir tebessüm oluşmuştu. Ona baktığımı fark ettiğinde yüzüne ciddi bir ifade oturdu. Bakışlarını benden çekerek tahtada bir şeyler yazan öğretmene yöneltti. Önüme dönerek istemsizce öğretmeni izlemeye başladım.

BANA ÇOCUKLUĞUMU VERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin