23. BÖLÜM

26 8 0
                                    

Öğretmeni izleyen Melek'in koluna dirseğimle vurdum. "Aslı ne yapıyorsun?" dedi.
  
Melek'in acıyla kolunu kavramasıyla endişeye kapıldım. "Acıdı mı?" dedim. "Üzgünüm Melek, acıyacağını düşünmemiştim. Özür dilerim."
  
"Gerçekten çok üzülmüşsün, her hâlinden belli."
  
"Evet, üzüldüm."
  
"Ya Aslı karşımda kahkaha atmak için saniyeleri sayıyorsun."
  
Yüzüme ciddi bir ifade oturtarak, "Şimdi ciddiyim," dedim. "Canını acıttığım için özür dilerim."
  
"Bak, şimdi gerçekten üzüldün," dedi.
  
"Az önce de üzülmüştüm Melek. Canımın acıdığı her an ağlamıyorum. Bazen karşımdakinin canı daha da yanmasın diye gülüyorum. Olay bundan ibaret..."
  
Melek tam bir şey diyecekken, "Tamam Melek," dedim. "Özür dilenecek bir şey yok. Öyle her şeyde özür dileme, hep kendini suçlu hissetme. Bu sefer hatalı olan bendim. Tamam?"
  
"Tamam Aslı," diyerek önüne döndü. Yirmi saniyeden kısa bir süre sonra tekrar yüzüme baktı. Melek'in bana baktığını fark etmiştim ama yüzümü yüzüne dönmedim. Israrla yüzüne bakmamaya çalışıyordum.
  
"Bakma bana öyle Melek," dedim.
  
"Nasıl?" dedi.
  
"Bana şu anda nasıl baktığını biliyorum. Ya sil o ifadeyi yüzünden bana bakmaya devam et, ya da çevir yüzünü bakışlarını başka yere yönelt."
  
"Normal bir insan gibi bakıyorum Aslı. Nasıl bakayım sana?"
  
Sinirlenmemek için kendimi son derece zorlayarak Melek'e baktım. "Bana öyle bakma!" dedim. "Çevir yüzünü, bakışlarını başka yere yönelt."
  
"Söyler misin, nasıl bakıyorum sana?" dedi.
  
"Hayatta en nefret ettiğim şey, bir insana acıyarak bakan gözlerdir. Ve şimdi nefret ettiğim şeyi bana yapma!" diyerek sinirli bir şekilde önüme baktım.
  
"Ben acıyarak bakmıyorum sana..." dedi.
  
"Sakın gözlerimle gördüğüm şeyi inkâr etme, bana inandırmaya çalışma. Ve şimdi rica ediyorum bakışlarını yüzümden çek."
  
Melek önüne dönerek öğretmeni izlemeye devam etti. Melek'e hiç yüzümü dönmeden yaklaştım.
  
"Her an ağlayacağını biliyorum," dedim. "Maksadım asla seni ağlatmak değildi. Ağlama. Ben herkes değilim, canımı yakarsın."
  
"Ağlamamam için ağlatmaman gerekiyor," dedi yüzünü yüzüme dönerek. "Bir de, senin canın yanmadan önce benim canım yanar."
  
"Sana sadece bana acıyormuş gibi bakma dedim. Başka bir şey demedim. O bakıştan ne denli nefret ettiğimi biliyorsun. Ve sakın inkâr etme, bana aynen öyke baktın."
  
"İnkâr etmiyorum. Özür dilerim."
  
"Kabul edildi. Şimdi dersteyiz, bence dersi dinleyelim. Ne dersin?"
  
"İyi fikir. Muhteşem, mükemmel ötesi bir fikir."
  
"İyi o zaman. İyi dersler."
  
Melek hiçbir şey demeden önüne döndü. Önüne dönmesiyle zil çalması bir olmuştu. Öğretmen sınıftan çıkar çıkmaz, "Aile durumu karışık kişiler de gelmiş," diyen sese yüzümü döndüm.
  
Sesin sahibi doğru düzgün bile tanıyamadığım Nilsu'ydu. Hemen yanında bana sırıtarak bakan bir erkek vardı. Derin bir nefes alıp hiçbir şey demeden önüme döndüm.
  
"Tabii, on seneden sonra buldu bir baba, cevap bile vermiyor. Arkadaşlar, bu zavallı kişinin babasının kim olduğunu biliyor musunuz? Durun siz tahmin etmeden ben söyleyeyim, yeni okul sahibimiz bu zavallının..." der demez kaşlarımı çatarak sesin sahibine tekrardan döndüm.
  
"Benim hayatım, benim yaşadıklarım ve bütünüyle ben, kimseyi alakar etmez," dedim. "Kimse benim hayatım hakkında ya da benim yaşadıklarım hakkında konuşamaz. Benim yaşadıklarım ancak ve ancak beni ilgilendirir. Umuyorum ki herkes duymuştur. İlgilendirmez, ilgilendiremez. Cümlemin altını çizin çünkü son sözümdür."
  
"Sen kimsin ya? Değerlendiremezsin anladın mı? Yorum bile yapamazsın," diyen Melek'e baktım. Son derece sinirlenmiş bir şekilde Nilsu'ya bakıyordu.
  
"İkiniz de zavallısınız," Nilsu'nun cümlesi üzerine alaycı bir şekilde gülümsedim.
  
Tam yüzümü önüme döneceğim an, o kusursuz sesi duyarak bakışlarımı sesin sahibine doğru yönelttim. "Bir insanın hayatı, yaşadıkları ya da yaşayacakları kimse ama kimseyi ilgilendirmez ve de zerre alakadar etmez," diyen Murat, Nilsu'ya yaklaşık üç adım yaklaşarak elini pantolonunun cebine koydu. Omuzlarını kendinden emin bir şekilde dikleştirerek ciddi bir şekilde Nilsu'nun gözlerinin içine baktı.
  
"Az önce laf attığını zannettiğin kişilere zavallı demeden önce bir insanın hayatı hakkında nasıl konuşman gerektiğini öğren. Çünkü bir insanın yaşadıkları kendi tercihleri değildir. Şu hayatta hepimizin bambaşka olmasını istediğimiz şeyler elbette var. Fakat bunun yanında çabaladığımız hâlde başkalaştıramadığımız şeyler de var. Mesela annemizi, babamızı, nerede doğacağımızı seçemeyiz. Ve bu yüzden seçilmeyen, seçilemeyen şeyler hakkında insanları da değerlendiremez ve yargılayamayız. Kısacası söylemek istediğim asıl şey şu, başkalarını küçümsemeden önce, kendini onları küçümsediğin için yargıla. Asıl o zaman anlarsın, küçümsediğin insanlardan bile daha zavallı ve asıl küçük düşenin sen olduğunu..." diyerek sınıfın kapısına yöneldi. Sınıfın kapısından çıkacakken duraksadı. Nilsu'ya bakarak, "Çok sevdiğim bir söz var bilir misin? Başkalarına çamur atmadan önce senin ellerin kirlenecek. Sözde ne demek istediğini hepimiz gayet iyi anladık. Umarım sen de anlamışsındır," diye ekleyerek sınıftan çıktı.
  
Murat'ın sınıftan çıkması üzerine bakışlarımı Nilsu'nun yüzüne değdirdim. Yüzü o kadar çok kırmızı olmuştu ki, gülmemek için kendimi çok zor tutuyordum. Nilsu yüzüme bile bakmadan hızlı bir şekilde sınıftan çıktı. Olanları şaşkınlıkla izleyen herkes bir yerlere dağıldı. Ali yanıma gelerek, "Nilsu'ya bu az bile," dedi. "Bir daha Murat'ın yüzüne bile bakamaz. Hem Murat'ı seviyordu da..."
  
Yüzümü Ali'ye dönerek, "Ne demek seviyordu?" dedim.
  
"Basbaya âşıktı. Murat yeni bu sene başka bir okuldan kaydını alıp buraya geldi. Siz bu sene okula çok gelmediğiniz için tanımıyor olabilirsiniz."
  
"Hayır tanıyorum," dedim kısık bir sesle.
  
"Senin o gece dans ettiğin kişi Murat değil miydi?" dedi.
  
"Evet, Murat'tı. Hem boş verelim bunları ben gidip bir su alayım."
  
Sınıftan çıktığım an kapının önünde Murat'a denk geldim. Kendimi bir anda teşekkür etme mecburiyetinde hissederek, "Teşekkür ederim," dedim.
  
"Teşekkürlük bir şey yok," dedi.
  
"Belki ben etme mecburiyetinde hissettim, olamaz mı?"
  
"Ortada teşekkürlük bir şey olmadığı için etmene de gerek yok."
  
"Ben çoktan ettim bile."
  
"Arkadaşlık görevimi yaptım. Yine de rica ederim."
  
Murat elini bana doğru uzatarak, "Bu arada ben..." dedi.
  
Daha sözünü tamamlamamışken yarıda kestim. "Sen Murat," dedim.
  
Murat'ın uzattığı elini sıkarak, "Ben de..." dedim.
  
Murat sözümü yarıda keserek, "Sen Aslı," dedi.
  
Zilin çalması üzerine sınıfa girdik. Birinci ders, ikinci ders derken tam sekiz dersi geride bıraktık. Bütün derslerin bitmesi üzerine çantalarımızı alıp sınıftan çıktık. Melek önden su almak için kantine gitti. Melek'in peşinden gittiğim an Murat, yanıma gelerek, "Yürüyerek mi gidiyorsunuz eve?" dedi.
  
"Evet," dedim.
  
Elindeki kâğıt parçasını bana doğru uzatarak, "Bu benim numaram eve gidince ararsın," dedi.
  
"Neden ararım?" dedim Murat'ın uzattığı kâğıt parçasını alarak.
  
"Her şeyi bu kadar sorgulama. Eve gider gitmez ara. Seni bekliyor olacağım."
  
Murat tek bir kelime daha etmeden hızlı bir şekilde önümde yürümeye başladı. Melek'in su alıp gelmesi üzerine hızlı bir şekilde eve doğru yol aldık. Melek yolda elimdeki kâğıt parçasına bakarak, "Aslı o kimin numarası?" dedi.
  
"Murat'ın numarası," dedim.
  
Melek bir anda "Ne?" diye bağırdı sevinçle. Yoldan geçen bütün insanlar dönüp bize baktılar.
  
"Niye bağırıyorsun?" dedim. "Baksana, herkes bize bakıyor."
  
"Şimdi herkesi boş ver. Sen gidip çocuktan numara mı istedin?"
  
"Numara falan istemedim Melek. Kendisi verdi."
  
"Ne demek kendisi verdi?"
  
"Of ya Melek, boş ver işte. Şimdi hiç konuşacak hâlim yok. Sonra konuşuruz."
  
"Tamam. Bana sonra da anlatabilirsin. Ben beklerim yani."
  
Konuşmamız son bulduğunda kendimizi evin önünde bulduk. Eve girerek Melek'e baktım. "Ben çantamı odama bırakıp geliyorum," diyerek odama doğru yol aldım. Kapıyı kapatarak yatağımın üstüne oturdum. Acaba arasam mı ya da aramasam mı diye hiç düşünmeden telefonumu cebimden çıkarttım. Kâğıdın üstünde yazan numarayı tuşlayarak aradım. Telefonu çalmasına rağmen açmıyordu. Tam kapatacağım sırada, "Efendim," dedi. "Gittin mi eve?"
  
"Evet, evdeyim şu an," dedim.
  
"Tamam o zaman ben kapatıyorum."
  
"Bunu sormak için mi verdin numaranı bana?" dedim şaşkınlıkla.
  
"Evet," dedi. "Yoksa sana ilanı aşk edeceğimi falan mı sandın?"
  
"Yok, saçmalama. Neden peki?"
  
"Başına bir şey gelir mi gelmez mi diye merak ettim. Rahatladın mı şimdi?"
  
"Evet, rahatladım. Beni niye merak ediyorsun?"
  
"Etmeyeyim mi?" dedi.
  
"Etme," dedim bağırarak.
  
"Bir de gelip dövseydin," dedi. "Tamam, etmiyorum merak falan."
  
"Etme zaten. Ben kimim ki beni merak ediyorsun?"
  
Bir anda duraksayıp, "Aslı değil misin?" dedi.
  
"Evet Aslı'yım," dedim.
  
"Tamam kapatıyorum. Bir anda başkasıyla konuşuyorum sandım. Yarın okulda görüşürüz."
  
"Görüşmüyoruz!"
  
"Görüşürüz sen merak etme," diyerek telefonu yüzüme kapattı.
  
"Gıcık şey," diyerek telefonu yatağın üstüne atıp salona indim. Koltukta oturan Kemal'e bakıp, "Babam nerede?" dedim.
  
"Baban biraz rahatsızlandı," dedi. "Doktora götürdük şu anda uyuyor."
  
"Ne demek rahatsızlandı? İçmedi mi ilaçlarını?"
  
"Evet, bugün içmemiş o yüzden rahatsızlandı."
  
"İyi mi şu an?"
  
"Şu an gayet iyi. Biraz dinlenmesi gerekiyordu, yatıyor."
  
Merdivenlere yönelerek, "Tamam, ben odama çıkıyorum. Uyanınca çağırırsın beni," dedim.
  
"Tamam çağırırım," dedi Kemal.
  
Hızlı bir şekilde merdivenleri çıkarak odama gittim. Yatağın üstündeki telefonu kaldırıp masaya koydum. Saate bakmak için ekranı açtığımda Murat'ın beni üç defa aradığını gördüm.
  
"Neden aradı ki şimdi?" dedim kendi kendime. "Neyse şimdi hiç arayamam sonra ararım."
  
Yatağıma doğru gittiğim sırada telefonum yine çaldı. Arayan Murat'tı. Hiç konuşmak istemiyormuşçasına telefonu elime alıp açtım.
  
"Efendim," dedim.
  
"Ya sen niye açmıyorsun telefonu?" dedi. "Meraktan öldüm burada."
  
"Ya yeni konuşmadık mı? Şimdi niye arıyorsun?"
  
"Yarın okulda görüşeceğiz."
  
"Allah'ım sen bana sabır ver. Şimdi de bunun için mi aradın?"
  
"Evet, ne olmuş?"
  
Elimi alnıma vererek, "Kapatıyorum ben," dedim. "Arama bir daha. Rica ediyorum."
  
Telefonu kulağımın önünden hızlıca alıp kapattım. Telefonu masanın üstüne bıraktığımda tekrardan aradı.
  
"Ya, ne var?" dedim bezmiş bir ses tonuyla.
  
"Konuşmama izin vermeden telefonu yüzüme kapattın," dedi.
  
"Ne diyeceksin?"
  
"Bir şey demeyeceğim."
  
"Gerçekten çok ciddi olarak bir şey soracağım, sen beni delirtmek mi istiyorsun?"
  
"Hayır, ben niye seni delirtmek isteyeyim?"
  
"Tamam o zaman kapatıyorum," diyerek telefonu hızlıca kapatıp masanın üstüne koydum. Yatağıma uzandığım sırada odamın kapısı çaldı. Yerimden kalkarak kapıyı açtım. Kapıyı çalan Kemal'di. Kemal'i görür görmez, "Babam mı uyandı?" dedim.
  
"Evet, baban uyandı. Şu anda salonda. Haber vermek istedim," dedi.
  
"Tamam, iyi yaptın."
  
Hızlı bir şekilde merdivenlerden inerek salona geçtim. Babam koltukta oturmuştu. Yanına giderek oturdum. "İyi misin?" dedim. "İyi değilsen hastaneye gidelim. Ağrın falan var mı?"
  
Babam yüzüme bakıp gülümseyerek, "Bu ne telaş kızım?" dedi. "Gayet iyiyim. Hem ağrım falan da yok."
  
"Emin misin?"
  
"Neyden?"
  
"İyi olduğundan?"
  
Babam beni kolunun altına alarak, "Hem de çok eminim," dedi.
  
Babamın kolunun altından çıkıp, "Melek nerede?" dedim.
  
"Bilmiyorum," dedi. "herhalde odasındadır."
  
"Sen nasılsın? İyi geçti mi okul?"
  
"Baba bak gerçekten okul kelimesini duymak bile istemiyorum."
  
"Neden? Bir sorun mu var?"
  
Bir anda bugün Nilsu'nun bana söyledikleri geldi aklıma. Ama bunları babama söylemeyecektim.
  
"Yok," dedim. "Bir sorun yok ama ben artık okula gitmek istemiyorum."
  
"Neden okula gitmek istemiyorsun?" dedi.
  
"Baba gerçekten o kadar yorgunum ki konuşacak hâlim bile yok. İzin verirsen gidip biraz yatmak istiyorum."
  
"Tabii ki kızım, izin istemene bile gerek yok. Ama sakladığın bir şey var gibi. Bunları sonra anlatmanı istiyorum."
  
"Baba anlatacak bir şey yok, sadece yorgunum."
  
"Tamam, zorlamak yok. Sen bilirsin."
  
Üst kata çıkarak odama girdim. Yatağıma uzanıp yorganımı üstüme çektim. Uzun süredir okula gidip ders dinlemediğim için bugünkü dersler beni oldukça yormuştu. Ama bir daha okula gitmeyi boş ver okul kelimesini duymak bile istemiyordum. Sınıfta hangi tarafa dönsem hep bana acıyormuş gibi bakan gözlere denk geliyordum. Ve ben bu bakışlardan hiçbir şeyden nefret etmediğim kadar nefret ediyorum. Benim acınacak bir hâlim var mıydı? Neden herkes bana acıyordu? Neden herkes bana acıyormuş gibi bakıyordu? Bana acıyormuş gibi bakan o gözlerden dolayı mıydı bilmiyorum ama bütün benliğimle bugün okuldan uzaklaşabileceğim kadar uzaklaşmıştım. Hem de bir adım bile atmak istemiyordum okula. Son kararımdır, o okula bir daha gitmeyeceğim! Tam on iki sene verdiğim emekleri çöp gibi, hemen bir kenara atıp yok edebilir miydim? Boş verebilir miydim? Hiç düşünmeden silebilir miydim? Küçüçük bir şeyden dolayı her şeyden vazgeçebiliyordum. Fakat bu benim için küçüçük bir şey değildi. Ben o bakışlara katlanamıyorum, dayanamıyorum. Ben nefret ettiğim şeye maruz kalmak istemiyorum. Kendimi acınacak bir duruma getirmedim, peki bana acıyormuş gibi bakan o gözlerin nedeni ne? Neden öyle bakıyorlar bana? Neden öyle görüyorlar beni? Neden ben istenmediğim gibi görünüyorum? Neden ben olduğum gibi değil de bambaşka görünüyorum? Neden?! Kendimi sorulara boğduğum sırada gözlerimi usulca kapattım. Her şeyi ama her şeyi bir kenara bırakıp yatmak istiyordum. Gözlerimi kapatmak ve uyandığımda o bakışları unutmak istiyordum. İnsan zaten en çok unutmak istediği şeyi unutamıyor. Unutamıyorum, unutamıyorsun, unutamıyoruz! Boş vermiş gibi yapıyoruz. Boş vermenin neye faydası var? O düşünce her an aklından geçiyorken bunu dışa vurmamanın neye faydası var? Kendimize zarar veriyoruz. Düşlerimizle, hislerimizle, düşündüklerimizle, düşünmediklerimizle, gösterdiklerimiz veya göstermediklerimizle zarar veriyoruz. Bazı şeyleri unutmadığımız hâlde unutmuş gibi yapıyoruz. Her şeyi saklıyoruz ve insanlar göstermiş olduklarımızdan ibaret olduğumuzu zannediyorlar. Fakat biz görmüş olduklarından daha fazlasıyız bunu asla bilmiyorlar. Ben içimdekileri dışa vurmam. Varsın kopsun içimde fırtınalar, o fırtınanın rüzgârını bile estirmem dışarıya. Mutlu görünebilirim, ama değilim. Ağlıyor olabilirim, fakat gözyaşlarımın bir o kadarı da içime akar benim. Evet sekiz yaşımda annemi ve baba bildiğim kişiyi kaybetmiş olabilirim. Evet, sekiz yaşımdan beri annesiz hatta babasız büyümüş de olabilirim. Bunu hiçbir zaman bir eksiklik olarak göstermemeye çalıştım. Zaten annemi ve babam zannettiğim kişiyi okula başladığımda kaybettim. Evet, benim diğer öğrencilere göre okula çağırabileceğim bir annem ve babam olmadı. Öğretmenlerim, "Anneniz ve babanız size ödevinizi göstersin," dediklerinde gözlerini benden kaçırıyorlardı. Ben ödevimi tek başıma da yapabilirdim, hatta gözlerime de bakabilirlerdi. Gözlerini kaçırmanın bir lüzumu yoktu. Ben aslında hep anne ve babamın bir yere gittiklerini ve döneceklerini zannederdim. Ve bir gün zannettiğimi anladım. İşte ben o gün büyüdüm. Annen olmadığında kimsenin olmadığını, baban olmadığında kimsenin olmadığını ben o gün öğrendim. Büyüdüm, daha sekiz yaşındayken yük bindi omuzlarıma. "Senin bir annen yok, senin bir baban yok," hayat bunu benim kafama vura vura öğretti. Kafama vura vura hatırlattı, hatta hatırlatmadığı bir gün bile olmadı. Dik durmalıydım, o yüzüme acıyormuş gibi bakan gözlere inat dik durmalıydım. O bakışları o gözlerden silmek için dik durmalıydım. Her anne ve baba konusu geçtiğinde dişlerimi sıkardım, her an dolmaya meyilli olan gözlerimi başka yerlere kaçırırdım. Konuyu benim üzerime getirmesinler diye, bana acıyormuş gibi bakmasınlar diye kaçardım. Hiçbir gün, "Annem de bana şunu aldı ya da babam da bana şunu aldı," diyemedim. Hep, "Ben bu kalemi aldım, ben bu kitabı aldım," dedim. Çünkü demeliydim, başka bir yolu yoktu. Ya susacaktım ya da kaçacaktım. Sonra geldim on sekiz yaşıma yıllarca babaannem bildiğim kişi öldü. Yıllarca baba bilip yokluğuna ağladığım kişinin babam olmadığını öğrendim. Sonra gerçek babamı buldum. O da kızı olduğumu bilmiyordu. Yani, nasıl desem? İpin hangi ucundan tutarsam tutayım düşmemek için direniyordum. Bazen düşüyordum hayatın acımasız çukuruna, sonra bir ip uzatıyordum kendime ve çıkmak için çırpınıyordum. Aslında hiçbir zaman çıkamıyordum o çukurdan. Öyle anlar geliyordu ki çıkmak için direndiğim çukurda tuttuğum ipi bırakıyor ve düşüyordum. Bu sefer de yine bir ip uzatıyordum kendime ve yine çıkmak için çırpınıyordum. Benim hayatım bundan ibaret. Hep bu döngüyle karşı karşıya kalıyordum. Ama direniyordum. Aslında o çukurdan çıkmak için kendi ipime değil de başkasının uzattığı ipe ihtiyacım vardı. Fakat ben hep kendime yetmeye çalışıyordum. Böyle böyle bu yaşıma kadar geldim. Şimdi ise sadece yaşamak istiyorum. Yaşamak için geldiğim yere yaşamadan veda etmek istemiyorum. Kapalı olan gözümden akan yaş yastığıma değdiğinde, yastığımın altına koyduğum elimi çıkartarak gözümdeki yaşı sildim. Burnumu çekerek elimle yorganımı yüzüme kadar çektim. Ve uyumaya yemin etmiş gibi gözlerimi sıktım. Ben gözlerimi sıktıkça gözyaşlarım iri damlalar hâlinde gözümden akıp yastığımı ıslatmaya devam etti.

BANA ÇOCUKLUĞUMU VERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin