Beyza sessiz bir şekilde kapattı odanın kapısını. Saat daha sabahın dördüydü ve evde kuş bile uçmuyordu. Her sabah yaptığı gibi bahçede koşu yapacaktı. Bahçe kapısını aralayınca yüzüne çarpan hafif soğuk hava derin bir nefesle soludu. İşte huzur buydu onun için. Hayatının tüm yorgunluğunu bu saat aralığında yaptığı koşuda, gün doğumunu izlerken, bu temiz havayı solurken atıyordu.
Bir saatlik bir koşunun ardında ördekli göle yöneldi. Gündoğumu orada çok güzel oluyordu. Ördekli göle gittiğinde Hızır Ali'nin orada olduğunu fark etti. O yanına gidene kadar, Hızır Ali onu fark etmemişti.
-Dalmışsın, hayırdır?
-Kusura bakma, düşünüyordum.
Beyza sırıttı,
-Neyi düşünüyorsun? Bak filozof olma sonra başımıza.
Hızır Ali de güldü.
-Yaşadıklarımı düşünüyordum. Kaybettiğim insanları... Geçmişe bakınca, anneme nasıl kızdım ölmedi diye şaşırıyorum. Boynuna atlamam gerekirdi onu kaybetmedim diye.
-Bu geçen süre zarfında öfke seni ele geçirmiş, o tepkileri vermen doğal. Seni ve babanı sakinleştiren Ceylan abla.
-Ablaya geçmişsin?
-Kurum dışında resmiyete gerek olmadığını söyledi. Üstelik aynı evde kalıyoruz Hızır Ali!
Hızır Ali Beyza'ya baktı bir süre,
-Sen anlatsana biraz da. Kendini, hayatını...
-Anlatacak bir şeyim yok ki. Hayatım gördüğün şeylerden ibaret. Kurum, görevler vs. Sabah koşuları tek sığınağım.
-Neden sabah koşusu, formunu korumak için falan mı?
Beyza hafifçe güldü,
-Hayır, annem sabah koşularını çok severdi. Onunla daha fazla vakit geçirebilmek için bende yanında koşardım. Ondan bana tek bu kaldı.
Beyza dolan gözlerini saklarken Hızır Ali sıkıntıyla bir nefes verdi,
-Başın sağ olsun.
Beyza başını sallarken Hızır Ali tekrar lafa girdi,
-Baban nerede peki, kardeşin falan var mı?
-Annemi trafik kazasında kaybettikten sonra babam bizim için yaşamaya başladı. Zaten o da istihbaratçıydı. Bir görev sırasında şehit oldu. Kardeşim ise doğuştan böbrek hastasıydı. Nakil olması gerekiyordu, uygun böbrek bulundu fakat vücudu böbreği kabul etmedi. O ameliyattan sağ çıkamadı, babamı kaybettikten 2 yıl sonra kardeşimi de kaybettim ve hayatımda kimse kalmadı.
-Ben... Kusura bakma, üzdüm seni de, başın sağ olsun tekrardan.
-Sorun yok, alıştım.
-Nasıl başa çıktın bunca şeyle tek başına?
Burukça tebessüm etti Beyza,
-Çıkamadım aslında. Kardeşim etkilenmesin diye annemle babamın acısını içime gömmüştüm ama kardeşimi de kaybedince... Haftalarca sinir krizleri geçirdim, geçirmişim daha doğrusu. Bağırıp çağırıp ağlamışım hep sonra da bayılmışım. Ceylan abla yanımdaydı o zamanlar, bana çok destek oldu. O yüzden benim için çok değerli o. Her neyse, bu durum bir süre devam etmiş böyle. Sakinleşip, acım biraz da olsa dinince göreve gitmek istedim. Ceylan abla istemese de beni Irak'a göreve göndermişti. İşlerle meşgul olurken iyice alışmıştım yokluklarına ama işte o yoklukları... O olmadıkları gerçeği her aklıma geldiğinde dağlıyordu yüreğimi. Görev sırasında yine iyiydim biraz ama görevden gelince, birlikte yaşadığımız o eve gidince aynı şeyleri tekrar yaşadım içimde. O günden sonra doğum günleri dışında o eve uğramadım, başka bir eve taşındım, yeni eşyalar, yeni kıyafetler... Yine de anılarımda yaşattım onları. Mesela evime geldiğinde senden bu tarz bir ev beklemezdim demiştin ya, aslında annemin zevkine göre seçtim her eşyayı. Salonun duvarında asılı olan gitar, babamın uğurlu gitarıydı. Kardeşim plakları çok severdi. Onun için yaptığım plak koleksiyonum var. Daha sayarım da başını şişirmeyeyim.