O hâla koşuyordu, ona sadece kısık bir sesle "Bekle." diyebildim. Nefes nefese kalmıştım. Bu saatli bombadan önce bir patlama daha olmuştu, onun ne olduğunu çözememiştim. Ve yanımda olan bu not, bana yol gösterememiş, rehber olamamıştı. Hiçbir işime yaramayacak olan bu kağıdı tam da yere atacakken o tuttu. "Atma, arkasına da bak." dedi. Arkasını çevirdim. "Sadece zaman kaybı bu senin için, benden asla kaçamayacaksın, o binadan kaçsan da." Bunu yazan da kimdi? O kızı durdurup kağıdın arkasında bir yazı olduğunu nerden tahmin ettiğini soracaktım. "Soru sorma vakti değil!" deyip beni biraz tersledi. Üstüne daha fazla gitmedim. Saçları bu sert rüzgarda sakince dalgalanıyordu. Melek gibi nazik adımlarıyla asfaltı incitmeden; ama olabildiğince de hızlı yürüyordu. Denize doğru koşmaya başladı. Onu takip etmekten başka şansım yoktu. Burası terkedilmiş bir kasaba gibiydi. Evlerin camları kırık. Yollar yamuk. Deniz hiddetli bir şekilde bize öfkesini püskürtüyor bir ejderha gibi. Islanmıştım. Üşümeye başladım. O kız bana hırkasını verdi, ve beni bir yere oturtturdu. Yüzünün bu kadar kusursuz olduğunu o an farketmiştim. O da bana öyle bakıyordu. Gözlerimin içine. Masumca. Yumuşak ellerini omzuma koydu, ve konuşmaya başladı: "Benim adım Rabia. Biliyorum ki senin adın da Umut. Adın gibi de güzelsin. Seni neden kurtardığımı soracak olursan, biz seninle uzun zamandır tanışıyoruz. Hatırlamadın mı beni Umut? Benim, ben, Rabia! Beni unutmuş olamazsın!" Bu sözler başımda yankılanıyordu: "Benim adım Rabia!" O an her şeyi hatırladım! Her parça yavaş yavaş yerine oturuyor, büyük boşlukları dolduruyordu. Rabia. Uzun zamandır tanışıyorduk onunla hatta bir aralar benden hoşlanıyordu; fakat şu anki bana karşı olan duygularını bilmiyordum. Bana bu olan her şeyi anlatmasını istedim. Başladı anlatmaya: "Her şeyi hatırlamak zorundasın. O gün. Sana araba çarptığını gördüğümde kalbim hızla atmaya başlamıştı. Sana bir şey olacak diye o kadar çok korkmuştum ki! Seni hemen kaldıracaktım yerden; fakat şu Kaan denen pislik arabasından inerek seni de beni de arabaya atarak ellerimizi kollarımızı bağladı. Ve sonra ben de kendimi o harabe yerde buldum. Anladığım kadarıyla bu bina Kaan'ın hiç sevmediği insanların, Hakan'ın eski binasıymış. Bir taşta 3 kuş vuracaktı. Bombayı patlacak, binayı yıkacak bizi de havaya
uçuracaktı. Ben bir şekilde kaçmayı başardım. Ve seni buldum. O aldığın siyah kapaklı defter var ya, ona bir kere daha bak Umut. Herkesi hatırlayacaksın." "Kaan? Ha şu okulda beni, herkesi sinir eden çocuk. Rabia gerçekten çok teşekkür ederim, sen olmasan.." Ağzımı kapattı, ve sus dedi. Bana sarıldı. Beni sakinleştirmişti. Dediği gibi yaparak çantamdan siyah kapaklı defteri açmıştım, bu arada çoktan bina çökmüştü bile. Kişilere baktım: Umut, Rabia, Elif. Umut bendim, ya Elif? Yoksa... Yoksa kütüphanede gördüğüm... Eren'in öptüğü kız mıydı? Büyük ihtimalle oydu En yakın arkadaşım Elif oydu. Her şeyi hatırladım. Bu kadar nasıl hızlı gelişti olaylar bende bilmiyordum. Ama daha da çok karışacağı kesindi. Nasıl dönecektik İstanbul'a? Rabia'ya "Burası neresi?" diye sordum. "Sakarya." Demek Sakarya'dayız. İstanbul buraya uzak, nasıl gidecektik? Kaç kaç bitmeyen bu yollar, şimdi bizim için daha da bir uzundu. Tam o sırada Rabia bana bir araba anahtarı gösterdi. "Kaan'ın arabasının anahtarları, gizlice odasına gidip çalmıştım." diyip sırıttı. O pisliğin lanet arabasının nerde olduğunu ben bilmesem de Rabia biliyordu. Peki ya neden en başından arabayı alıp kaçmamıştık? Onunda kafası benim kafam gibi karmaşıktı. Arabaya doğru koştuk ve Kaan farketmeden bindik ve kaçtık. Polise yakalansak işimiz bitmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalbimdeki Sır
Teen FictionHayallerinin peşinden koşarken, yere kapaklanan karakterlerin hikayesi. ______________________ Hikayeyi yazmaya yeni başlıyorum, yorumlarınız, önerileriniz ve şikayetleriniz benim için çok önemli