yirmi iki

6K 515 970
                                    





*
cuma
15.44
mecnun
buğra

"bu kimin kulaklığı?" ömer masanın üzerindeki kulaklığı kaldırdığında mecnun istemsizce dikkatini ona yöneltmişti.

elini kaldırdı. sessizce "benim galiba." derken diğer eli dalgınlıkla ensesine çıkmıştı, başı ağrıyordu.

ömer kulaklığı mecnun'a verdikten sonra kaşlarını çatmıştı. "iyi misin sen?"

"başım ağrıyor." diye dürüstçe yanıtladı mecnun.

"ağrı kesici içtin mi?" mecnun başını salladı. "ne zaman?"

"az önce."

bakışları yumuşarken yürümeye başlamış ancak gözlerini ondan ayırmamıştı. "birazdan geçer herhalde o zaman." derken sessizdi.

"herhalde." diyerek onu yanıtladı ve onun arkasından yürümeye başladı.

"ömer," dedi o sırada aytaç arkasına dönüp. "...araba sende mi?"

"erol'a verdim kanka."

"niye?"

"ya işi varmış. sabahtan rica etti, çıkışa getiririm dedi ama gelmedi sanırım."

"aklı olan erol'a araba emanet etmez amına koyayım," diyerek araya girdi özcan. "...haftaya eve hız cezası gelir artık."

"cidden," dedi mecnun özcan'a bakıp. "...bir bana hızlı geliyor sanmıştım."

"abi sıçıyor ağzına arabanın." iri gözlerle mecnun'a baktı onay almak ister gibi. "bülent'in panik atağı var, hastanelik ediyor çocuğu amına koyayım."

"burçak nerede?" diye sordu ömer araya girip.

aytaç geriye dönüp yanıtladı onu. "önden gidip yer tutacakmış."

"sekiz kişiyiz oğlum, kız nasıl yer tutsun ufacık boyuyla?"

"ya öyle dedi gitti işte kanka, ne diyeyim?"

"gitseydin ya sen de."

"hiç koşacak hâlim yok abi, zaten kütüphaneye bile gidesim yok." diye cevapladı aytaç.

"bu arada," ömer merdivenlere ilk adımını atarken özcan'a bakıyordu. "...sen gelmeyeceğim demiyor muydun?"

"ya kanka," dedi özcan başını kaşıyarak. "...o iş biraz şey oldu..."

merdivenlerden inene kadar özcan'ın part time işe alınamayışını konuştular. zaten bu da çok uzun sürmemişti, fazla zaman geçmeden kapıya yaklaştıklarında aytaç ve bülent montlarının önünü kapatmış, özcan beresini aşağı çekmiş, ömer ceketinin fermuarını yukarı çekmişti.

mecnun ise sakince bir elini cebine koymuş telefonuna gelen mesajlara bakıyordu. özcan'ın part time işi dikkatini çekmediği gibi kütüphane konusunda da çok istekli sayılmazdı. sadece, ders çalışması gerektiği için gidiyordu yoksa eve gidip uyuma isteği daha ağır basıyordu.

kapıyı görebilmek için başını kaldırmasıyla kaşları çatılmıştı. bıkkınlıkla boynundaki gri, yün atkıyı dudaklarının üzerine kadar çekip gözlerini kaçırdı. bakışları tekrar telefonuna dönerken içinden çoktan sövmeye başlamıştı. aptal gibi bina kapısında beklemediği kalmıştı gerçekten.

onu görmemiş gibi yapıp ömerlerin arasından yürümeye devam etti. sanki buğra orada değilmiş gibi boş boş mesajlarını okurken sakin kalmak için elinden geleni yapıyordu ancak kendisine "mecnun." diyerek seslenildiğini duyduğunda sinirlerine engel olamamıştı. duraksamadan sakince yoluna devam ettiğinde hâlâ buğra'ya bakmamıştı.

rideauHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin