elli dokuz

2.2K 229 146
                                    

*
cuma
21.17
mecnun
buğra



makarna tenceresinin başında, sakince suyun kaynamasını beklerken buğra, baş ağrısından sağlıklı düşünemeyecek bir raddeye gelmişti. o kadar başı ağrıyordu ki artık ayakta duracak, hatta bir adım geriye gidip sandalyeye oturacak hâli bile yoktu ancak birilerine sağlıklı olmak için söz vermişti ve karnını az da olsa doyurup ağrı kesici içmesi gerekiyordu.

gözlerini kapatıp geriye yaslanırken olabildiğince başka şeyler düşünmeye çalıştı. kardeşiyle yarın resim ödevi yapacaklardı ve bunun için ona sulu boya alması gerekiyordu, ertesi günün akşamı bir arkadaşına ev taşımasında yardım etmek için söz vermişti... hayatındaki basit ama yük gibi bir hissiyat yaratan şeyleri daha önce hiç düşünmemiş buğra için tüm bunlar zaten yapması gereken ve herhangi bir yorgunluk belirtisi göstermemek zorunda olduğu eylemlerdi ancak son günlerde o kadar başı ağrıyordu ki yataktan çıkmak için bile en az bir saat uğraşıyordu. depresyonun nasıl bir şey olduğunu yıllardır biliyordu ancak son zamanlarda bu, daha önce hiç tatmadığı bir acı olarak karşısına çıkmış ve fiziksel bir boyuta taşınmıştı. özellikle biyolojik olarak ihtiyaçta bulunduğu bazı bağımlılıklardan kurtulmak onu fazlasıyla yıpratıyorken her geçen gün artan stres yüzünden kendisini öldürmemek için kollarını zor tutuyordu ve daha da kötüsü, buna bile hâli yoktu.

bir zaman sonra uykudan mı yoksa dalgınlıktan mı anlamadığı bir şekilde kaynadığını fark etmediği su ocağa taşmaya başlayınca ürpererek gözlerini açtı. mavi gözleri sakince taşan suyu izlerken buna herhangi bir müdahalede bulunmaktan kaçındı. bir süre sadece kaynayan suyu izledi ve yorgunluğundan sıyrılmayı bekledi ancak bunun bir sonu olmayacağının farkına vardığında sırtını duvardan ayırdı ve makarnayı tencereye döktü.

elini mutfak tezgâhına yaslayarak makarnayı karıştırırken, kapıda beliren küçük bedenle gözlerini o yöne doğru çevirdi. "abi," dedi kapıdan ona bakan kardeşi. "...telefonun çalıyor."

herhangi bir şey demeden kardeşinin yanına gidip sessizce telefonu aldı. aramaya bakmadan kardeşine "teşekkür ederim." demiş ve farkında olmadığı bir refleksle saçlarından öpmüştü. son zamanlarda, çevresinde ona güvenen tek kişi oymuş gibi hissediyor ve bu onda, kardeşine karşı ekstra bir bağlılık uyandırıyordu. açıkçası kardeşi de ağabeyinin bu durumunun farkında olduğu için son zamanlarda o kadar az kavga ediyorlardı ki bunu buğra dışındaki herkes tuhaf karşılıyordu çünkü buğra, doğrusu bu bağımlılığın farkında bile değildi.

telefonda gördüğü isimle bedeni kasılmıştı. aslında mecnun'la son zamanlarda eskisinden daha sık görüşmelerine rağmen her konuştuklarında gerginliği artıyordu buğra'nın çünkü ona verdiği sözü asla tutamıyordu. aksine, her geçen gün daha kötü bir hâldeydi. daha fazla bekletmeden telefonu açtığında kardeşi de mutfaktan çıkmış ve odasına girmişti. "efendim?"

"buğra," sesi o kadar güzeldi ki, buğra bir süre gözlerini kapattı ve yutkundu. "...evde misin?"

açıkçası mecnun, sadece buğra'nın evine geleceği zaman onu arıyordu ve artık her evine geldiğinde, daha fazla suçluluk hissi duyuyordu ona karşı. "evet." derken sesinin titrememesi için elinden geleni yapmıştı.

"kapıya gelsem," dedi sessizce mecnun. "...içeri alır mısın?"

"evet," dedi beklemeden. "...yani, evet de iyi misin sen?"

"biraz sarhoşum," diye cevap verdi mecnun. "...ve iyi değilim."

"tamam," dedi aceleyle. "...neredesin? alayım seni. direkt eve bırakabilirim istersen."

rideauHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin