sonunda matilda, leon'un yanında.

327 61 57
                                    

ben artık gün saymaktan yorulmuştum. beomgyu'suzluktan yorulmuştum. belirsizlikten yorulmuştum. yaşamaktan yorulmuştum.

kapımda üzerinde not olan tarçınlı kurabiyeleri bulalı bir hafta olmuştu. bu bir hafta boyunca mahallede beomgyu'yu aradım. sapık gibi çevredeki apartmanları dikizledim önce. sonra böyle bir sonuca varamayacağımı anlayıp apartmanları teker teker gezmeye başladım.

bir haftamı böyle gereksiz ve yardımı dokunmayan şeye harcamıştım. hani bu işin sonunda beomgyu'ya ulaşsaydım asla isyan etmezdim ama işte, ulaşamadım yine.

yine çabalarım boşa gitmişti.

son apartmanın son dairesine de sorduğumda ve olumlu bir yanıt alamadığımda pes etmiştim. pes edip evime geri dönmüştüm. bütün hayal kırıklığımla apartmana girip merdivenleri çıktım.

dairemin olduğu kata geldiğimde kapımın önünde, paspasın üstüne bırakılmış bir poşet vardı. hızlı adımlarla son basamakları çıkıp poşeti elime aldım. içeri giremeyecek kadar heyecanlıydım.

öyle ki bu heyecanım nefesimi kesiyordu. kalbim deli gibi atıyor, ateşim yükseliyordu.

derin bir nefes alıp titreyen ellerimle kapıyı açmaya çalıştım. biraz fazla zaman almıştı bu işlem. sakinleşmeye çalışıp son bir kez denemiş ve anahtarı deliğe sokmayı başarmıştım.

tam içeri adımımı atmıştım ki arkamdan bir ses duydum.

"neredeydiniz böyle beyefendi? kapınız çok çaldı."

"peki kimin çaldığını gördün mü? ya da nereden gelip gittiğini?"

sesim çok acınası çıkmıştı. öyle ki çocuğun gülen yüzü düşmüştü ama hemen toparlamıştı. kollarını göğsüne bağlayıp kapıya yaslandı.

"arkası dönüktü. sadece uzun saçlarını ve kıyafetlerini görebildim. nereden geldiğini veya nereye gittiğini bilmiyorum."

"bana saçlarını tarif eder misin?"

"uzun siyah saçlarının aralarında sarılıklar vardı. bakımlı ve parlak görünüyordu. ah, bir de saçlarını arkadan yarım at kuyruğu yapmıştı."

saçlarını mı boyatmıştı yani? hayal ediyordum da, nefesimin kesilmesine engel olamıyordum.

çocuğa teşekkür etmeden içeri girip kapımı kapattım. boğuk birkaç kelime duymuştum dışarıdan. sanırım kapıyı çocuğun yüzüne kapattığım için bağırıyordu.

umursamadım. şu an elimde tuttuğum poşet daha önemliydi.

kendimi koltuğa atıp hemen poşeti açmaya başladım. bu poşet plastik market poşetlerinden değildi. hediyelik eşyaların konulduğu renkli ve kağıt poşetler olur ya, işte ondandı. ağzı kapalıydı.

açtığımda içinden bir mektup, bir çiçek ve bir de içi dolu bir zarf çıkmıştı. önce çiçeği çıkarıp masanın üzerine koydum. hangi çiçek olduğunu bilmiyordum.

sonra mektubu açıp okumaya başladım.

"merhaba, leon.

nasılsın? seni en son gördüğümde pek iyi hissetmedim açıkçası. seni görürsem belki iyi hissederim, diye düşünmüştüm.

çok zayıflamışsın! yemek yemedin, değil mi? sana bu yüzden çok kızdım!

ayrıca sigara konusu... bana söz vermiştin. sözlerini tutmamak büyük bir ayıptır, leon. yanına geldiğimde seni çok kötü azarlayacağım!

ah, evet. yanına gelmeme çok az kaldı, tahmininden de az hem de! her an kapında bitebilirim, hazır ol. hehe.

mor glayör. şu an bakıştığın çiçeğin adı mor glayör. inanç demektir.

altın kadeh çiçeği {taegyu}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin