yeniden aşık ol, taehyun.

319 51 24
                                    

iki gün.

iki gündür beomgyu'nun uyanmasını bekliyordum. üç saatte bir serum değiştirmek için odaya giren hemşireleri gördükçe aklım çıkıyordu. sanki serum değiştirmek için değil de ölüm saatini yazmak için odaya giriyorlarmış gibi geliyordu bana.

acı. şu iki günde hissettiğim tek şey acıydı.

sık sık uğradığım hastane tuvaletinde dikiliyordum yine. karma karışık duygularımı ve aklımı dinlemeye çalıştığım tek yerdi burası. en azından şu son iki günde öyleydi.

aynadan kendime baktım. çökmüştüm. beomgyu'nun gittiği o dönem kadar olmasa da oldukça çökmüştüm. yine bir belirsizlik, yine bir bekleyiş, yine bir çaresizlik dolanıyordu etrafımda.

neden bunları yaşıyordum? neden mutlu olamıyordum? neden sevdiğim herkesi kaybediyordum? ne hata yapmıştım ki?

ağlamaktan ve uykusuzluktan kızarmış gözlerimi ovuşturarak musluğa eğildim. yüzümü birkaç kez yıkadıktan sonra tuvaletten çıktım. tam karşımda duran hueningkai ile irkilmiştim.

o da en az benim kadar çökmüştü.

"taehyun-"

titrek bir nefes aldı. bir şey olmuştu.

tanrı aşkına, sadece on dakikalığına ayrılmıştım oradan!

"beomgyu seni görmek istiyor."

tek bir nefeste söyledi ve yanımdan geçip az önce çıktığım tuvalete girdi.

çok korkuyordum. gitmek istemiyordum. onunla yüzleşmek istemiyordum. biliyordum, iyi bir haber alamayacaktım.

yine de ayaklarım beni beomgyu'nun tam yanına götürdü.

zor nefes alıyordu. solunum cihazına bağlanmış olsa da zor nefes alıyordu. uzun nefes alışları ve kocaman olan göğsünden bunu anlayabiliyordum.

beyaz teni sarıya dönmüştü. ince bilekleri daha fazla incelmişti. gözleri kanlanmış ve yorgun bakıyordu.

her an sonsuza kadar kapatmaya hazır gibiydi.

"leon."

eliyle güçsüzce hemen bacağının yanını pat patladı. itaatkar bir şekilde gösterdiği yere oturdum. her an kırılabilecek gibi görünen bileğini dikkatlice bacağımın üstüne koyup okşamaya başladım.

biraz daha sıcaktı eli. bu biraz da olsa nefes almamı sağlamıştı.

"matilda'm."

"seninle konuşmam gereken şeyler var. beni bölmeden dinle, olur mu?"

anında kafamı salladım. ağzındaki maske yüzünden sesi boğuk çıkıyordu. ayrıca çok da yorgundu. her halinden belli oluyordu...

"bu konuşmayı biraz daha geç yapmayı düşünüyordum aslında. en az bir ayım daha var diye düşünmüştüm fakat tanrı beni seviyor olmalı. yanına çağırıp duruyor."

yorgun bir gülüş döküldü dudaklarından.

"seni geride bıraktığımız birkaç ay içinde çok üzdüm ve yordum. biliyorum, ne kadar özür dilesem az ama... özür dilerim, sevgilim. hayatımın en güzel, en huzurlu, en sakin günlerini seninle birlikte geçirdim. bana yaşattığın her bir duygu için teşekkür ederim."

her kelimesinde bağırarak ağlamak istedim. asıl teşekkür etmesi gereken bendim. beni iyileştirmişti. bana sevmeyi, sevilmeyi öğretmişti. beni mutlu etmişti!

"ben öldükten sonra-"

"beomgyu!"

"beni bölmeyecektin hani?"

yalancı bir sinirle söyledi. ne yapabilirdim ki? hâlâ buna hazır değildim. dudaklarımı birbirine bastırıp sustum.

"ben öldükten sonra fazla ağlama, olur mu? kendini eve kapatma. yeonjun ve soobin hyunglarla vakit geçirmeye çalış. hueningkai'yi de kardeşin, bir arkadaşın olarak kabul eder misin? onun kimsesi yok çünkü."

kafamı salladım. tabii ki, güzelim. tabii ki hueningkai'yi kardeşim, arkadaşım olarak görürdüm. sen nasıl rahat hissedeceksen...

"benden sonra kendine bir hayat edin. okulunu bitir, ülkeleri gez, eğlen, aşık ol..."

"olmaz. benden her şeyi iste ama başka birine aşık olmamı isteme, beomgyu. ben senden başkasıyla yapamam ki."

"denemeden bilemezsin. hayatının sonuna kadar yasımı tutamazsın. sevmek ve sevilmek senin de hakkın."

yapamam. bunu yapamazdım ki. hayatımın sonuna kadar sadece ve sadece beomgyu'yu seveceğim.

"yeonjun'a fazla yüklenme. onu sevdiğini biliyorum. sevgini görmeyi istiyor, inan bana. korkma, ona sevgini gösterirsen gitmez. yeonjun hep seninle kalacak, taehyun."

biliyordum.

tekrar konuşmaya başlayacakken aniden öksürmeye başladı. hafif öksürükleri giderek şiddetlenip konuşmasını engelleyince hemşirelere haber vermek için ayaklandım.

beomgyu gitmeme izin vermedi.

"son olarak... söylemek istediğim şeyler var..."

onu biraz olsun rahatlatmak için göğsüne hafif masaj yapmaya başladım. bu hareketimle öksürükleri biraz olsun hafiflemişti.

"seni seviyorum, taehyun."

hafifleyen öksürükleri tekrar şiddetlenince masaj yapmayı bıraktım. bir elimi sıkıca tutarken tutmakta zorlandığım gözyaşlarım akmaya başlamıştı.

"seni seviyorum, beomgyu."

sonrası tamamen bir karmaşaydı. ağzındaki maskeyi çıkarmış ve son bir kez şiddetle öksürmüştü. elini açtığında ikimiz de avucunda duran kırmızılığı gördüğümüzde şok olmuştuk. benim hemşireleri çağırmam ve beomgyu'nun bayılması aynı saniyeler içinde olmuştu.

birkaç hemşire beomgyu'ya müdahale ederken birkaçı da beni dışarı çıkarmaya çalışıyorlardı. bağırıp diretiyordum. çıkmak istemiyordum. beomgyu'nun elini bir kere daha tutmak istiyordum.

bağırmalarıma gelen hueningkai beni tuttuğunda yere çöktüm. her şey üst üste geliyordu. isyan edeceğim o kadar çok şey vardı ki hangisinden başlasam bilemiyordum.

hueningkai de benimle birlikte ağlarken bir yandan da sırtımı okşayıp beni rahatlatmaya çalışıyordu.

az önce beomgyu'ya verdiğim söz geldi aklıma. hueningkai'ye abilik yapacaktım. hemen kendimi toparlayıp yerden kalktım ve hueningkai'nin elinden tutup ilerideki sandalyelere oturduk.

ilk başta ne yaptığımı anlamadı. şaşkın ve kırmızı gözlerle bana baktı. ona sarılıp kafasını göğsüme yaslayınca şiddetle ağlamaya başladı.

geçtiğimiz dönemlerde ben ağlamış hueningkai dinlemişti. artık tam zıttını yapmalıydım.

bir süre öyle kaldık. ben sakinleşmiş sadece düşüncelerimde kaybolmuştum. hueningkai ise şiddetli ağlamasının yerini iç çekişlere bırakmıştı. yorulmuş olmalıydı.

tam eve gitmeyi teklif edeceğim sırada beomgyu'nun odasından içeri ne zaman girdiğini bilmediğim doktor çıkıp yanımıza geldi.

üzgün görünüyordu. doktor bile üzgün görünüyordu.

bizi üzmemenin bir yolu olmadığını bu yüzden direkt söyleyeceğini söyleyince beynimden ayaklarıma doğru sıcak bir şeyler aktı. doktor, beomgyu'nun çoğu organının iflas ettiğini, özellikle ciğerlerinin kötü durumda olduğunu, bir daha ameliyata alınması kısa ömrünü daha da kısaltacağını, bu yüzden onu uyutmak zorunda kaldıklarını söyledi.

böyle daha mı iyi olmuştu şimdi? onu uyutmak ne işe yaramıştı? sadece daha fazla acı çekecekti!

ne kadar karşı çıksam da ellerinden başka bir şey gelmediğini, onu uyutmazlarsa sabahı göremeyeceğini söyledi.

pes ettim. daha doğrusu pes etmek zorunda kaldım. koşarak yanımıza gelen yeonjun ve soobin çiftiyle odağım dağılmıştı. o sırada da doktor yanımızdan ayrılmıştı.

ne olacaktı şimdi? sevdiğim çocuk birkaç adım ötemde yaşayan ölüden farksızken ben ne yapacaktım?

altın kadeh çiçeği {taegyu}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin