merhaba, meleğim!
nasılsın? gidişinin üzerinden tamı tamına bir yıl geçti ve bu bir yıl içinde birçok şey yaşadım. kimisi iyiydi kimisi de kötü. aslına bakarsan yalnız olmamam kötü şeylerin bile rahatça üstesinden gelmemi sağladı.
bu süreçte, senin cennete gittiğin süreç, hyuka başta olmak üzere yeonjun hyung ve soobin hyung bana çok yardımcı oldu. tabii tek yaralı ben olmadığım için ben de destek oldum aileme.
ah, ailem... bir biz aileyiz, biliyor musun! hyuka ile birlikte yaşamaya başladık. sana söz verdiğim gibi, onu yalnız bırakmadım. bırakmayacağım. çünkü o, senden bana kalan güzel şeylerden biri. ayrıca o benim minik kardeşim! onu nasıl bırakabilirim ki?
çok büyüdü kerata... ayrıca sizin genlerinizin şakası yok. çok yakışıklı bir çocuk oldu. hem yakışıklı hem de zeki bir çocuk hyuka. senin gittiğin okulu kazandı, biliyor musun? bir zaman senin oturduğun sıralarda şimdi hyuka oturuyor. duygulanmamak elde bile değil...
ah, her neyse! sana geçen yaşadığımız bir olayı anlatacağım. eminim çok duygulanacaksın!
yeonjun hyung bir gün evime geldi. her zaman geliyordu evet, ben de onu eve almıyordum fakat dediğim gibi, sen gittiğinden beri birçok şey değişti. yeonjun hyunga duygularımı açmaktan çekinmiyorum artık. gitmeyecek çünkü, beni bırakmayacak.
neyse! yeonjun hyung biraz yorgun görünüyordu. soobin hyung ile bir geziye gitmişlerdi, hemen dönüşte bana geldi. ama onu çökmüş görünce çok korktum. göz altları morun her tonu olmuş, biraz zayıflamıştı. onu gezide bu kadar çökerten şeyin ne olduğunu merak ettim.
başta soobin hyung ile kavga ettiklerini sandım ama yeonjun hyung bunun doğru olmadığını söyledi. hemen ardından da ağlamaya başladı. inan bana meleğim, yeonjun hyungu hiç böyle çökmüş görmemiştim.
sakinleştikten sonra ise anlatmaya başladı. gittikleri gezi sırasında bir restorantta yemek yerken henüz üç yaşında, yani öyle tahmin ediyormuş, üstü başı kir olan bir erkek çocuğu restoranta girmeye çalışmış. kapıdaki güvenlik çocuğu içeri almamış. üstüne küçük çocuğun yakasından tutup havada sallandırmış!
insanlığın öldüğüne yemin edebilirim. böyleleri vicdanlarını yataklarında bırakıp sokağa çıkıyorlar ya, nasıl sinirleniyorum!
yeonjun ve soobin hyung buna sessiz kalmamışlar tabii. restorant, soobin hyungun tanıdığı bir arkadaşına ait olduğu için direkt arkadaşıyla iletişime geçmiş. arkadaşı ise bu olaydan dolayı herkesten özür dilemiş ve güvenliği kovmuş.
soobin hyung ve arkadaşı bu olayı konuşurken yeonjun hyung ise çocuğu kucağına almış ve daha yemeye başlamadığı tabağı çocuğa yedirmeye başlamış. çocuk bir yandan yeonjun hyungun göğsünde ağlıyor bir yandan da yemeği yiyormuş. bu durum yeonjun hyungu hem yumuş yumuş yapmış hem de üzmüş.
soobin hyung da aralarına katıldığında çocuğa sorular sormuşlar. çocuğun üç yaşında olmasına bakarsak doğru düzgün cevap veremeyeceğini düşünmeliyiz, değil mi? ama çocuk şakır şakır her şeyi anlatmış!
yeonjun hyung, çocuğun sandığından daha kötü bir durumda olduğunu anlayınca soobin hyunga beklenti dolu gözlerle bakmış. evet, tahmin ettiğin gibi. yeonjun hyung çocuğu evlat edinmek istemiş.
yeonjun hyung uzun süredir istiyordu zaten fakat soobin hyung hâlâ baba olmaya hazır olmadıklarını söylüyordu. soobin hyung hâlâ okuyordu. yeonjun hyung şirketin başına yeni geçmiş, düzen oturtmaya çalışıyordu. ikisi de gece geç saatlerde eve dönüyorlardı. kendilerine ayırdıkları belirli bir zaman bile yoktu. o yüzden soobin hyunga hak vermiştim.
ama şimdş durum biraz farklıydı. o gece çocuğu güzelce yedirdikten sonra otele dönmüşler çocukla birlikte. yeonjun hyung çocuğu güzelce yıkamış. o sırada soobin hyung da birkaç parça kıyafet almış. çocukla biraz zaman geçirdikten sonra uyuyakalmış.
soobin hyung çocuğu evlat edinmek istediğini ama hazırlar mı hâlâ emin olmadıklarını söylemiş. yeonjun hyung ise hazır olmasalar bile ellerinden gelenlerin en iyisini yapacaklarını söylemiş.
sonunda çocuğu evlat edinmeye karar vermişler! gerekli yerlerle görüşme yapmışlar ve çocuğun ailesiyle görüşmeleri gerektiğini söylemişler. her şey buraya kadar tamammış ama iş aileyle konuşmaya gelince her şey mahvolmuş.
aile çocuğu vermek istememişler. çocuğa gayet iyi baktıklarını falan söylemişler ki yalanmış. yeonjun hyung çocuğun annesiyle neredeyse kavga ediyormuş. soobin hyung tutmasaydı ederdi de.
her neyse, kadın olay çıkarınca çocuğu orada bırakmak zorunda kalmışlar. akşamına da eve geri dönmüşler zaten. yeonjun hyung da akşam vakti kapıma böyle dayanınca her şey yerli yerine oturmuştu bende.
o gece yeonjun hyung bizimle kaldı. hyuka'ya da olanları anlattım. hyuka'nın ne kadar hassas biri olduğunu unuttuğum için kendime lanet ettim. sabaha kadar ağladı. yeonjun hyung bitti, hyuka başladı bir nevi.
onu da uyuttuktan sonra ben de odama geçtim. tam uyuyacaktım ki soobin hyung beni aradı. yeonjun hyunga söylemememi ve aşağı inmemi söyledi. sessizce kapıdan çıkıp aşağı indim.
bir de ne göreyim: soobin hyung çocuğu getirmişti! yukarı çıkana kadar bana her şeyi anlattı. yeonjun hyung bana olanları anlatırken eş zamanlı olarak soobin hyung çocuğun annesini ikna etmeye çalışıyormuş! bunu başardığında ise çocuğu kaptığı gibi gelmiş.
yanında eşya yoktu. sonradan öğrendim ki çocuğun kimliği bile yokmuş...
soobin hyungun kollarında uyuyan çocuğu sessizce yeonjun hyungun yanına koyduk. yeonjun hyungun uykusu hafif olsa da ağladıktan sonra hemen uyursa kış uykusuna yatmış ayı gibi olurdu.
sabah olduğunda ise olanları tahmin ediyorsundur sanırım. yeonjun hyungun ağlama seslerine uyandım. salona gittiğimde çocuk, yeonjun hyung ve soobin hyungun arasındaydı. yeonjun hyung bir kolunu soobin hyungun ensesine atmış sarılıyordu. soobin hyung ise eşinin saçlarına öpücükler konduruyordu.
hyuka da uyanmış ağlayarak onlara bakıyordu. odamdan hemen kameramı alıp geldim ve bu anı ölümsüzleştirdim.
ortalık sakinleşince çocuğa isim araştırmasına girildi. hepimiz salona oturmuş isim düşünürken dudaklarım benden bağımsız hareket ettiler:
beomgyu.
çocuk oldukça güzeldi. bembeyaz teni, simsiyah saçları, zeytin gibi kocaman ve siyah gözleri, pembiş dudakları, kocaman ekmek gibi yanakları vardı.
sana benziyordu, meleğim. neden adı beomgyu olmasındı ki?
kimse de itiraz etmedi zaten. oturduğum yerden yavaşça kalkıp yeonjun hyungun kucağındaki çocuğa doğru uzandım. kucağıma aldığımda direkt yanaklarıma dokundu.
o an kendimi çok değişik hissettim. nasıl tarif edebilirim bilmiyorum aslında ama sıcacık hissettim. sanki buz gibi bir odadan sıcacık bahçeye çıkmış gibiydim. içimdeki buz kütleleri bu beklenmedik güneşle eriyormuş gibiydi.
hemen ardından kafasını omzuma koyup bana sarıldı. o an ağlamaya başladım. neden ağladığımı bilmiyordum. o kadar güzel sarılıyordu ki!
seni özlediğimi biliyordum. bunu kendime itiraf etmem uzun zaman almıştı sadece. ama en çok seni özlediğimi bebek beomgyu bana sarılınca fark ettim.
meleğim, seni çok özledim. her şeyini çok özledim. çiçekler hakkında konuşurken gözlerinde oluşan o ışıltıyı, izinsiz evime girmeni, mutfağımı kullanıp benim için bir şeyler yapmanı, sigara ve biralarımı çöpe atmanı, beni öpmeni... her şeyini çok özledim.
seni çok özledim, beomgyu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
altın kadeh çiçeği {taegyu}
Fanfictionhayattan hiçbir beklentisi olmayan, nefes almanın bile onun için ızdırap olduğunu düşünen kang taehyun ölmek istiyordu. yaşam dolu, enerjik, neşeli, pozitif, hayatta daha yapacak çok şeyi olan choi beomgyu ise yaşamak istiyordu.