"bir kaşık daha alırsan bırakacağım seni."
"kusacağım birazdan, taehyun."
pes edip elimdeki kaşığı tepsiye koydum. beomgyu yemek yemeye başlamıştı ama fazla yemiyordu. eskiden hiçbir şey yemediği için bir şey diyemiyordum, onu zorlayamıyordum.
"ne zaman hazırlanacağız?"
"ben bulaşıkları hallederken sen hazırlan istersen. sonra ben de hazırlanırım ve çıkarız, olur mu?"
"hueningkai?"
"yeonjun ve soobin'e yardım ediyor."
kafasını hafif sallayıp onayladı beni. gülümseyip elimdeki tepsiyle odadan çıktım.
bugün yeonjun ve soobin'in düğünü vardı. beomgyu ile geçtiğimiz bir ayı dolu dolu geçirmiştik. geçmişte yapmak isteyip yapamadığımız şeyleri yaptık. gezdik, sabahlara kadar sohbet ettik, bağıra bağıra şarkılar söyledik, dans ettik... kısacası bizim için dolu ve eğlenceli geçmişti şu son bir ayımız.
beomgyu biraz daha iyi gibiydi. tüm bunları yaparken bir kere bile 'yoruldum' dediğini duymamıştım. demese bile yorulduğunu görmemiştim. gözleri daha canlı, daha istekli bakıyordu.
bu beni mutlu ediyordu.
onu tekrardan cıvıl cıvıl görmeyi o kadar özlemişim ki geceleri uyuyamıyordum. gözümü ne zaman kapatsam kahkahası tekrardan beynimin içinde dönüp dolanıyordu. yanımda, bir kol uzağımda, uyusa bile gerçek gelmiyordu.
benimle oluşu gerçek gelmiyordu.
"mükemmel olmuşsun!"
odaya girer girmez gördüğüm manzara karşısında bir süre dilim tutuldu. öyle ki konuşmak için ağzımı açsam da kelimeler dışarı çıkmıyordu bir türlü. beomgyu'nun güzelliğini tanımlayacak pek kelime yoktu ayrıca.
kapıya yaslanmış hâlâ beomgyu'ya bakarken küçük adımlarla yanıma gelip kollarını boynuma doladı.
"bir yıldan fazladır tanışıyoruz, bana bakışların hâlâ değişmedi."
"nasıl bakıyorum?"
"dünyanın en güzel şeyiymişim gibi bakıyorsun."
"çünkü dünyanın en güzel şeyi sensin."
afalladı. göğsümde duran elleri yavaşça aşağı, ellerime, indi. bir elinin başparmağıyla elimin üstünü okşarken diğer elini de göğsüme, tam kalbimin üstüne, koydu.
kalbim deli gibi atıyordu. onu ilk günkü gibi seviyordum. ilk günkü gibi heyecanlıydım. ilk günkü gibi mutluydum...
göğsümdeki eli yavaşça yanağıma dokundu. parmak uçlarıyla yüzümün her köşesine nazikçe dokundu. bir yandan o kadar şefkatli bakıyordu ki bana, oturup ağlamak istedim. deli gibi ağlamak, göğsümdeki bu ağırlığı atmak istedim.
"sen benim için çok özelsin, taehyun. daha önce birçok kişiyle görüştüm, flört ettim, çıktım... ama hiçbiri beni bu kadar huzurlu hissettirmedi. hiçbiri beni bu kadar sevmedi."
beomgyı da benim için özeldi ki. kurallarımı çiğnemesine, sınırlarımı zorlamasına, duvarlarımı tekmeyle yok etmesine, tensel ve duygusal temasa izin verdiğim ilk kişiydi.
ilk aşkımdı.
şimdi bu imkansızları başaran çocuk benim sevgilimdi. hayır, 'sevgilim' kelimesi fazla basit kalıyordu.
her şeyimdi. choi beomgyu, benim her şeyimdi.
"iyi ki seni tanımışım, leon."
"iyi ki bütün kurallarımı çiğnemene izin vermişim, matilda."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
altın kadeh çiçeği {taegyu}
Fanfictionhayattan hiçbir beklentisi olmayan, nefes almanın bile onun için ızdırap olduğunu düşünen kang taehyun ölmek istiyordu. yaşam dolu, enerjik, neşeli, pozitif, hayatta daha yapacak çok şeyi olan choi beomgyu ise yaşamak istiyordu.