meleğim yeterince acı çekti zaten.

324 53 3
                                    

istemiyorum.

hiçbir şey istemiyorum.

nefes almak veya yürümek gibi temel hareketler bile benim için fazla zordu. beş gündür kalbimdeki hakimiyetini sürdüren ağırlık gidecek gibi değildi.

cenaze işlerini beş gündür erteliyordum. kaçıyordum bir nevi. her şeyden kaçıyordum. en çok da beni durmaksızın kovalayan, kabuslarım olan meleğimi kaybedişim gerçeğinden kaçıyordum.

yine bencillik yapıyordum. kaçarak kurtulabileceğimi sanıyordum. halbuki bu, çevreme zarar veriyordu. meleğime, yeonjun'a, soobin'e, hyuka'ya...

bu durumda bile kendini düşünen aptal, bencil orospu çocuğunun tekiydim!

"taehyun, gelebilir miyim?"

düşüncelerimi bölen tanıdık sese odaklandım. onay verdiğimi belli eden bir mırıltıdan sonra kapı sinir bozucu bir yavaşlıkla açıldı. önce yeonjun'un kafası göründü. beni biraz süzdükten sonra bütün bedenini içeri soktu ve kapıyı kapattı.

arkasına saklamaya çalıştığı kağıtları fark ettim. onların ne olduğunu gayet iyi biliyordum.

"nasılsın?"

konuya direkt girmemek için oyalanıyordu. yoksa nasıl olduğum ortadaydı. beomgyu giderken ruhumu da almıştı. bedenen buradaydım fakat ruhen... yoktum.

"çok aptalca bir soruydu, üzgünüm."

gergince elini ensesine attı ve arkasındaki kağıtları gün yüzüne çıkardı. bu süreç boyunca kılımı bile kıpırdatmadan onu izledim.

"hastaneden bu kağıtlar geldi. bir an önce halledilmesi gerekiyormuş."

"niye? beomgyu'nun onlara bir zararı mı varmış? ölen bir insana yapılabilecek en acımasız ve saygısızca şey bu."

tıslayarak söylediğim şeyler yeonjun'u şaşırtmamıştı. son bir haftadır böyleydim. hoş, doğru düzgün ayık bile değildim ve herkes bunun farkındaydı.

"yetkiler sende olduğu için kağıtları sana getirdim. acele etme, zamanımız bol."

"olmaz. beomgyu'm onların elinde yeterince acı çekti zaten. birazına daha sabrım kalmadı. kalem alabilir miyim?"

derin bir nefes verdi ve kağıtları elime verip çalışma masama doğru ilerledi. masanın üzerinde duran kalemi alıp bana verdi ve kağıtları imzaladım.

ama daha işim bitmemişti.

"taehyun, ne yapıyorsun?"

kağıdın üstüne bu zamana kadar duyduğum bütün küfürleri yazıyordum.

"onlara ne kadar kinli olduğumu gösteremesem de hissetirmeye çalışıyorum. dua etsinler ayaklarına gidecek halim yok. yoksa hastaneyi altını üstüne geçirmiştim çoktan."

"onlar da işlerini yapı-"

"sikmişim böyle işi!"

ani çıkışımdan dolayı yeonjun irkilmişti. sinirden nefeslerim düzensizleşmişti. yeonjun elimdeki kağıtları usulca alıp birkaç adım geri gitti.

yeonjun benden korkuyordu.

bütün sinirim uçup gitmişti. yerini kocaman bir pişmanlık ve üzüntü almıştı.

"ö-özür dilerim."

sesim oldukça güçsüz çıkmıştı. yeonjun, elindeki kağıtları komodinimin üstüne koydu ve yatağın köşesine oturdu. öylece duran ellerimi sıcacık avuçlarının içine aldı.

"sorun değil, bebeğim. yaşadığın acı çok büyük bir acı. bunu anlayabiliyorum. her zaman senin yanında olacağımızı bil lütfen."

kurumuş gözyaşlarım içime içime akıyordu. tek yapabildiğim şey yeonjun'un bu sözlerine karşılık ona sarılmaktı.

her zaman beni sıcacık gülümsemesi ve kucağıyla karşılamıştı. bu yıllar önce de böyleydi, şimdi de böyle.

yeonjun hiç değişmemişti. ona ne kadar kötü davransam da hâlâ buradaydı. beni ilk günkü gibi seviyordu.

değişen tek şey bendim. artık yeonjun'u anlıyordum. onun beni sevdiğini anlıyordum. benim için bir şeyler yapmasının arkasında kötü niyet olmadığını anlıyordum.

bir abim olduğunun farkındaydım artık.

beomgyu olmasaydı bunun farkına daha geç varacaktım. belki hiç varamayacaktım...

yine her kapı beomgyu'ya açılıyordu.

beomgyu, bana tanrı'nın bir hediyesiydi. bunun için şükretmeliyim sanırım.

altın kadeh çiçeği {taegyu}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin