bütün bu yaşanan şeyler rüya gibi geliyordu bana. beomgyu'nun karşı daireya taşınması, peşimi bırakmaması, ona yavaş yavaş aşık olmam, beni iyi hissettirmesi, gitmesi ve şimdi de yatağımda yatması...
kabus olarak da adlandırabilirdim bu yaşadığımız şeyleri. ama bana hissettirdiği şeyleri asla kötü yorumlayamam. beomgyu, başıma gelmiş en güzel şeyken onu nasıl kötü yorumlayabilirdim ki?
eskiden hep aşkın çok abartıldığını, gerçekten öyle bir şey olmadığını savunurdum. yeonjun da bana her zaman 'başına gelmeden anlayamazsın' derdi
gerçekten de başıma gelmeden anlayamazmışım.
beomgyu beni iyileştirmişti. bütün bu buhran zamanlarımı bir kenara atmamı, yeniden doğmamı, sağlamıştı. yaşamak için bir sebebim vardı artık. daha iyi hissediyordum, daha iyi biri oluyordum!
gittiği için ona asla kızmadım. öyle olması gerekiyormuş, dedim hep. bir yandan iyi olduğunu düşünüyordum. ona olan hislerim çok daha kuvvetliydi şu an.
özlem, şefkat, sevgi, sadakat... bunlar başlıca duygulardı.
şu an yatağımda yatan güzelliğe baktıkça tanrı'ya şükrediyordum.
küçük bir sır vereyim size: ben tanrı'ya inanmıyorum.
beomgyu hastaneden çıkalı birkaç gün olmuştu. bu birkaç gün içinde pek konuşamamıştık. sürekli uyuyor, uyumadığı zamanlarda ise sadece yemek yiyordu. ardından tekrar uyuyordu.
hueningkai'ye yalvaracaktım artık. beomgyu'nun nesi olduğunu söylemesi için yalvaracaktım.
yapmadım.
"leon?"
beomgyu'nun sesini duyar duymaz kendime geldim. yanındaki sandalyeye koşarak oturdum.
"matilda? uyanmışsın."
"su verir misin?"
komodinin üstünde duran sürahiden bardağa su doldurdum. rahatça içebilmesi için biraz doğrulmasında ve suyu içmesinde yardımcı oldum.
"nasıl hissediyorsun kendini?"
"yanımda olduğun için daha iyiyim."
güldü. her zamanki neşeli ve enerjik gülüşü değildi bu. daha çok yorgundu.
yatakta biraz yana kaydı ve boşluğu eliyle pat pat vurarak gösterdi. yanına yatmamı istiyordu sanırım.
oturduğum sandalyeden kalkıp yanına uzandım. onu fazla rahatsız etmemeye özen göstermiştim. eh, bu da ondan uzakta durmama sebep olmuştu.
bu uzaklığı kasetmemişti sanırım beomgyu. öyle ki kolumdan güçsüzce kendine çekti. ne istediğini anladım ve onu zorlamamak adına hareket ettim.
kafamı göğsüne yaslayıp bir elimi de beline koydum. çok zayıflamıştı. ince olan beli resmen yok olmak üzereydi. buna ağlamak istedim.
kulağımın tam dibinde atan kalbi bana ilk birlikte yattığımız zamanı hatırlatmıştı. bu ritim, dünya üzerinde duyduğum en güzel ritimdi benim için. sonsuza kadar dinlemek istediğim bir ritim.
beomgyu güçsüz hareketlerle saçlarımı okşarken ben de elimin altındaki belin oyuntusunu okşuyordum. hâlâ sıcacıktı.
"seninle bir şey konuşmam gerek, leon."
bir yandan itiraz etmek istedim, diğer yandan da konuşmak. aylardır kafamda dönüp duran cevapsız sorularıma sonunda cevap olabilecekti konuşması. sonunda nesi olduğunu öğrenebilecek ve yardım edebilecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
altın kadeh çiçeği {taegyu}
Fanfichayattan hiçbir beklentisi olmayan, nefes almanın bile onun için ızdırap olduğunu düşünen kang taehyun ölmek istiyordu. yaşam dolu, enerjik, neşeli, pozitif, hayatta daha yapacak çok şeyi olan choi beomgyu ise yaşamak istiyordu.