2 aile toplanmış, bahçede çay içiyorduk. Narin abla ve abim masanın altından el ele tutuşuyorlardı. Sina öküzü de hiç bana bakmayıp, annem ve babamla sohbet ediyordu.
Asiye anne beni süzüp, her seferinde "güzel gelinim." diyordu. Annem ve babam baya iyi anlaşmışlardı sinayla. Masanın altından uzanıp, elini tuttuğum sevdiğimin. Kulağıma eğilip fısıldadı. "sana kurban olurum lan." gülümseyip saçlarından öptüm. "şımarma hemen laz uşağı, şımarma." Narin abla gizliden gizliye abimin saçlarındaki terleri siliyor, bir yandan da minik minik saçlarından öpüyordu. Annemler ve Asiye anne baya koyu bir sohbete girmiş, hiçbirimizi dinlemiyorlardı. Yani anlayacağınız, ortam klasik bir aile ortamıydı.
Bir anda Narin ablanın kafasının masaya düşmesiyle, korkuyla bağırdım. "Abla!" Abim, olayın şokunu yeni atmış, anında kucağına almıştı onu.
"Sina ve biz yanlarında gideceğiz, siz eve geçip haber bekleyin bizden!" Diyip Sina'nın arabasına bindik hızlıca. Sina, ablasını o halde gördüğü için içli içli ağlamaya başlamış, beni de ağlatmıştı. Elini okşayıp umutla gülümsedim. "Söz veriyorum, hiçbir şey olmayacak." Gözlerindeki korku içimi sızlatmıştı. Kafasını ağır ağır hareket ettirmişti sadece. Abim direksiyonu parçalayacak gibi tutuyor, önüne gelene korna çalıyordu. "Ona bir şey olursa ölürüm lan ben, ölürüm amına koyayım!" Diye mırıldanıyordu kendi kendine. İlk defa abim yanımda ağlıyordu. "Bu sefer o küçük bedeni dayanamaz ki." Dedi hıçkırıklarının arasından Sina. Deli gibi ağlamak istedim o an, kalbim ezilmişti çaresizliğinin acısından.
Hastanenin önüne bir hızla park edip, bağırmaya başladı abim. "Doktor, doktor yok mu!" sedyeyle bize doğru koşmuştu durumu gören bir hemşire. Sedyeyle beraber içeri doğru koşuyorduk hepimiz. Allahım, ne olur bir şey olmasın!
Sina elleriyle saçlarını çekiştirerek fısıldıyordu. "Dayan abla, yalvarırım dayan." Gözlerimi ondan çekip, abime baktım. Onunda bir farkı yoktu. Yanına gidip ellerini tuttum. Elimin tersiyle yanağımdaki yaşları silip, gülümsedim. "Hiçbir şey olmayacak abi, Narin abla güçlü kızdır bilmiyor musun? Aslanlar gibi kalkacak tekrar ayağa." Dediğimde az da olsa içi rahatlamıştı. "Ona bir şey olursa, bende ölürüm Eflal. Onu o kara toprağa gömersem eğer bende peşinden giderim!" Diye çaresizce ağlıyordu. Hepimiz 20 dakikada perişan olmuştuk resmen. "Abla beyaz gelinlik giyeceksin, kefen değil!" Diye bağırdı ameliyathane kapısına doğru Sina. Abim bu sözleri duyduktan sonra daha da bağırarak ağlamaya başlamıştı. "Kalk sevdiğim, yalvarırım kalk. Daha sabah kahvaltıları yapacağız seninle. Bir kızımız bir oğlumuz olacak. Sen kızımızı kendin gibi büyütürken, bende oğlumuzu kendim gibi büyüteceğim. Yalvarırım kendini teslim etme siktiğimin masasında!"
•
8 saat olmuştu ameliyata gireli. Hepimiz acımızı içimize gömmüş, dua ediyorduk. Annemler saat başı arayıp, nasıl olduğunu soruyorlardı.
Sina, elini sıka sıka morartmıştı artık. Abim deseniz, idam masasında ölümünü bekleyen bir mahkum gibiydi. Bende hem ikisini ayakta tutmaya çalışıyor, hemde kendim yok oluyordum. Ameliyathanenin kapısı açıldığında, hepimiz oraya koştuk. Hemşire çıkmış, doktor birazdan çıkacak diyerek gitmişti. Çaresizce bekliyorduk bir umut.
Kapı tekrar açıldığında, abim kalbimi yakan soruyu yöneltti. "Yalvarırım bana kalbimi geri ver doktor!" Sina yaşlı gözlerle dönmüştü doktora. Abimin omzunu sıvazlayıp, gülümsemeye çalıştı. "2 gün zorunlu olarak ağrıları için uyutacağız. Gözlerini tekrar açması için dua edin sadece." Diyerek yanımızdan ayrılmıştı. Abim duvara çöküp, gözlerini yumdu sıkı sıkı. Sina bana sarıldığında, gülümsedim. "Uyanacak, bakın göreceksiniz!" Diye bağırmamla hepimiz gülümsemiştik.
Sedyeyle çıkarırlarken, göz yaşlarımı tutamamıştım. Resmen cansız bir beden gibiydi. Gözlerindeki güneşle etrafı aydınlatan kadın, etrafı karanlığa gömmüştü.
Vote ve yorum atmayı unutmayın lütfen<3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
küçük Velet ||texting
Narrativa generaleSina; beni sev istedim eflal Sina; ama beceremiyorum sana kendimi sevdirmeyi Sina; beni küçük bir oğlan çocuğu gibi görmeni istemiyorum. Eflal; seni küçük bir oğlan çocuğu gibi görmüyorum Sina Eflal; sadece, küçüksün işte