''Haaa,'' dedim rahatlayarak. Sevgilisi mi gelmişti acaba diye düşünmüştüm. Sonra asıl endişelenmem gereken konunun bu olmadığını hatırlayıp yutkundum sessizce.
Kime: Taehyung
Mesaj: Denk gelmedin hiçbirine değil mi?
Kimden: Taehyung
Mesaj: Yok da neden?
Kime: Taehyung
Mesaj: Hepsi silahlı çünkü
Annemler kapıdan çıkınca dikkat etmesi gerektiğine dair mesaj atıp cebime attım telefonumu.
Hyun Bin amcanın arabasının şoför koltuğuna geçip direksiyonda ritim tutarken binmelerini bekledim. Hava yavaş yavaş kararıyordu. ''Nereye götürüyorsun bizi, yakışıklı?'' Yanıma otururken yanağıma bir öpücük bıraktı, çilek kokusu hızla arabayı doldururken. Düz, siyah saçlarını bir omzu üzerinde toplamıştı. Giydiği beyaz gömleğini yırtık desenli kot pantolonunun içine koymuştu. Kırmızı rujuyla yaşından büyük ama ciddi anlamda güzel görünüyordu. Kıskandığımı belli etmemek için gülümseyip dışarıya çevirdim bakışlarımı. Kısıtlayacak değildim sonuçta.
''Sürpriz.'' Her hafta bir diğerinin önerisi üzerine farklı yerlere gidiyorduk. Bu hafta sıra bendeydi. Ki bu işime geliyordu. Kaçtığım ortamın içine atmak istemiyordum onları.
Jimin, "Öyle olsun bakalım," derken emniyet kemerini takmış annemlerin binmesini bekliyordu.
Şehrin öbür ucuna gidip bir masaya oturduğumuzda herkes kafası karışmış şekilde bana bakıyordu. "Değişiklik olsun dedim. Yemekleri güzel buranın." Umursamazca omuz silkip konuştuğumda daha fazla sorgulamamalarını umdum.
Üç saatin sonunda evin kapısını kapatıyordum. Derin bir nefes aldım kazasız belasız atlattığımız için. "Güzel tercih, her zamanki gibi," deyip yanağımdan öptü Jimin.
Bilgisayarımın başına geçip yapmam gereken hesaplamaları da yaptığımda saat on biri gösteriyordu. Yatağa girdiğim an uyumuştum.
x
Hem lanetli olup hem de kutsal olmayı nasıl başardığını anlayamadığım günün üzerinden dört hafta geçmişti. Dört haftadır neredeyse her akşam Taehyung'un evine gidiyordum. Yaşadıklarımı unutturuyor -hoş, iki gün benim için uzun bir yas zamanı sayılırdı-, farkında olmadan yeri alınamaz birisi haline geliyordu. Bir sigaradan, bir içkiden çok daha iyi geliyordu bana. Kafamı geçici bir süreliğine dağıtmıyordu çünkü. Ciddi ciddi olanlar hakkında kafa yormamaya başlamıştım. Birlikte geçirdiğimiz her diğer gün ondan başka şey düşünmemeye başlıyordum.
Böyle konuşuyordum ama hala birbirimizi tanıyor sayılmazdık. Yapacaklarımızı yapıyor, çok durmadan evimin yolunu tutuyordum. Adımı ve mesleğimi biliyordu sadece. Ama nedense daha çok şey anladığına dair bir his vardı içimde.
Ben ise adını ve işsiz olduğunu biliyordum. Bir de kız arkadaşı olduğunu. Ve silah koleksiyonu olduğunu. Bunu ona sorduğumda sokak çocuğu olarak büyüdüğünü ve bu işlerde parmağı olan tanıdıkları olduğunu, işim düşerse ona gelebileceğimi söylemişti.
Son zamanlarda takım elbiselilere haddinden fazla rast geldiğim düşünülürse o yardımı istememe az kalmıştı.
Taehyung kafeden içeriye girdiğinde düşündüğüm şeyler bunlardı.
Sırtındaki deri ceketi ve kolunun altına aldığı kız ilk dikkat çeken detaylardı, güzel suratından sonra. Kaşlarım çatılırken peşi sıra giren, onun gibi baştan aşağı siyah giyinmiş dört kişi ile en köşedeki koltuklu masaya oturuşlarını izledim. Siyahtan farklı renk içeren tek kişi sevgilisi olduğunu düşündüğüm kızdı. O fark da yine siyah olan deri ceketinin yakalarının beyaz kürk detaylı olmasıydı.
Sipariş almak için hareketlenen Mera'ya izin vermeyip ben gittim yanlarına. "Hoş geldiniz," dedim dikkatlerini çekmek için boğazımı temizledikten sonra. Ara vermeden konuşup gülüyorlardı. Taehyung ise duvar kenarında, arkasına yaslanmış, küçük bir gülümsemeyle dinliyordu onları.
Daha dün gece görmüştüm ama saçları şimdi farklıydı. Kenarlarını kısaltmış, çok da uzun sayılmayan üst kısmını dikmişti. Bir içim su gibi göründüğü bugünde gece yanına gelmememi isteme sebebini hemen yanında oturan kıza bağladım.
Kafasını kaldırıp beni görünce gülümsemesi yavaş yavaş kayboldu. Şaşkın bakıyordu daha ziyade. Ben ise yolunun buraya geç bile düştüğünü düşünüyordum. Evi uzak sayılmazdı ve kafem diye demiyordum ama buralarda ünlü bir mekandı.
Kafalarını sallayarak selam verdiklerini gördüm bakışlarımı sonunda Taehyung'tan çevirince. Mavi gözleriyle aval aval bakarken başka bir yere bakmak istemiyordum oysa.
Sipariş vermek için önlerinde duran kitapçığa bakabileceklerini söyleyecekken lafı ağzıma tıkayıp istediklerini söylediler. İçecek istemişlerdi. Fazla oturmayacaklarını çıkardım buradan. Başımı sallayıp onayladım arkamı dönüp gitmeden önce.
Kalbim göremeyeceğimi düşündüğüm halde gördüğüm için mutluluk ve heyecandan, kız arkadaşıyla gördüğüm için de kırgınlıkla atıyordu. Yani arada hızlanıyor sonra hevesi kırılıp yavaşlıyordu.
Kız güzeldi, yalan yok. Çekik gözlü, kalkık kaşlıydı. Kedi gibi kızdı ama yakışıyorlar mı, orasını bilemeyecektim.
Belki de kıskançtım.
Sıkılı çenemle surat asarak Mark'ın siparişleri hazırlamasını bekledim. Beni göremeyecekleri bir yerden masalarını izliyordum. Yarın ben yanlarına gittiğimde kızın omzundan indirdiği kolunu diğer koluyla göğsünde çaprazlamış, koltuğa yasladığı kafasıyla düşünceli düşünceli masayı inceliyordu.
Mark siparişleri hazırlayınca tepsiyi sakin sakin götürdüm masalarına. Gülümseyerek önlerine bıraktım bardakları. "Başka bir isteğiniz var mıydı?"
Bana baktığını hissettiğim Taehyung'a iki saniyeliğine göz ucuyla baktım. Hafif dikleşmişti oturduğu yerde. Bakışlarımı "Yok, sağ olun," diyen sarışın çocuğa çevirdim.
"Afiyet olsun," deyip yeniden uzaklaştım masalarından. Kasada Jackson'ın yanına geçtim. Buradayken kafasını biraz bile kaldırsa görürdü beni. Ben de güzelce kesebiliyordum masalarını karşılık olarak. Kalçamı tezgaha yaslayıp kollarımı birleştirdim. "İlana talip var mı?"
Astığımızdan beri insanlar soruyordu ama kimse tam olarak başvurmayı dile getirmemişti. "Şu gruptan sonra girenler sordu. Ama o kadar." Kafamı geriye atıp ofladım. Kapattığım gözlerimi açmayıp bir süre öyle tuttum kafamı. Boynum ağrımış bunca zamandır. Jackson'un güldüğünü duydum. "Bir hayır vardır belki. Çok takma kafana."
"Ne gibi bir hayır bekliyorsun, Jackson?" dedim gözümü açıp tüm dikkatimi ona vererek.
"Belki gelen kişi hırsız olacaktı. Ya da birinin yerine dikecekti gözünü." Ben cevap verecekken kalkan birisi hesabını ödedi. İşlerinin bitmesini beklerken köşeyi görmek isteyen gözlerime engel olup Jackson'ı izledim. İşinde bayağı iyiydi. Günde kaç tane insanla muhatap oluyordu ama günün son saatlerine kadar enerjisi bitmiyor, sabah suratında beliren gülümsemeyle devam ediyordu işine. Hayatında ters bir şey olsa bile işte unutuyordu hepsini. İş verdiğim için bana kaç defa teşekkür ettiğini unutmuştum. "Kaleyi içten fethedecekti belki." Hem konuyu sonradan hatırladığım için hem de aşırı ciddi baktığı için kahkahama engel olamamıştım. Tebessüm ettiğini gördüm kısılan gözlerimle. "En kötüsü bu biliyor musun?" dedi burukça. "Herkesi çevirmesi falan. Düşünsene düşman olduğumuzu." Büyümüş yeşil gözleriyle bakarken yeniden güldüm. Ne dediğinin bir önemi yoktu. Mimikleri güldürüyordu insanı.
"Tamam o zaman. Bu hafta da kimse başvurmazsa kaldıralım ilanı. Kimse sorumluluk almak istemiyor, baksana." Kafasını salladı gelen diğer müşteriyle ilgilenirken. Bakışlarımı giriş kapısına çevirdim. Kapının olduğu duvar boydan boya cam olduğu için batan güneşi görebiliyordum. Ve içeriye girmek üzere olan takım elbiseli adamı. "Hasiktir."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝓢𝓞𝓝 𝓔𝓛
FanfictionHer kurbağa öptün diye prens olmaz; kral da olabilir. *Tamamlandı. Bu hikayenin yazarı 'heyoscar' olup, hikaye ile ilgili tüm haklar kendisine aittir.