Bölüm 16

498 41 10
                                    


"Bu geceler bizim gecelerimiz. Aklımızın en kuytu köşelerinde pinekleyen tilkiler sevilmek için kuyruklarını sallıyorlar bizlere... Sevin o tilkileri, kuyrukları dolansın birbirine. Tüm çocukluğuz oynasın kutu kutu pense..."

✨✨✨

"Ya Ali! Soruları bari ucundan göster, vicdansız!" Çocuğun kolunu bir kez daha dürttüğümde, bana gözlüklerinin ardından kısa bir bakış atarak önündeki testi çözmeye devam etti.

"Hiç mi olmaz?"

"Hiç olmaz, Gece."

"Ucundan da mı olmaz?"

"Ucundan da olmaz!"

"Oğlum! Sanki senden hükümeti devirmek için gizli dosyaları istiyormuşum gibi muamele yapma bana. Alt tarafı basit bir matematik sınavının sorularını ucundan göstermeni istiyorum."

"Madem o kadar basit otur ve çalış. Hatta istersen ben çalıştırayım seni."

"Eğer sınav sorularının cevaplarını anlatacaksan neden olmasın? Oha, süper fikirmiş lan! Hadi bana matematik çalıştır." Ali bana sen umutsuz bir vakasın bakışları atarak test kitabını kapattı.

"Oha, sen az önce test çözmeyi mi bıraktın?" dedim şaşkın bir şekilde.

"Yanımda hiç susmadan konuşan biri varken nasıl odaklanarak test çözebilirim, Gece?" Bana mantıklı bir cevap verdiğinde hak verdim çocuğa. Gerçi Ali'nin her cümlesi mantık içeriyordu. Anası mantıklı çocuk doğurmuş. Hayır, yani bir bana bakın, bir Ali'ye. Tamam, bana bakmasanız da olur. Ama vazgeçtim, Ali'ye de bakmayın. Neden bakıyorsunuz ki zaten? Bakmayın ulan ona! İlk ben gördüm, ben bakacağım! Sadece ben!

Okuldan sonra Ali'yi zorla okula yakın bir parka getirmiş ve çimlere oturtmuştum. Benim amacım matematik muafiyet sorularını almakken, o beni hiç takmayarak oturur oturmaz test kitabını çıkarmış ve beni yarım saattir hiç tınlamamıştı. Çocuk, Nuh diyor Peygamber demiyor, anacığım! Ağzı sıkıymış şimdi hakkını yemeyelim. Ay bununla dedikodu bile yapılmaz, ayol. Ali test kitabını koyduğu çantadan bu sefer bir kitap çıkardığında merakla kitaba baktım. Necip Fazıl Kısakürek'in Çile adlı kitabıydı.

Kapaktaki yazıyı okuduğumda yüzümde istemsizce bir tebessüm oluştu.

"Kitap dikkatini çekti sanırım."

"Roman olsa hayatta okutmaz, başının etini yerdim ama şiire saygım var. Hele de Necip Fazıl ise boynum kıldan ince. Buyur istediğin gibi oku, gıkım çıkarsa namerdim." Kendi kendime atarlandığımda, Ali tebessüm ederek gelişigüzel bir sayfa açtı ve sesli bir şekilde okumaya başladı.

Sesi naif ve huzur vericiydi.

Çocuğa bak resmen torpilli doğmuş. Dersleri süper, harika şiir yazıyor ve okuyor, karakter desen on numara, gitar çalmasına değinmiyorum bile. Sadece bir parça çalıyor olsa da çalıyor sonuçta. Bir de bana bakın... Ya da bakmayın zira bakılacak bir tarafım olduğunu düşünmüyorum.

"Bir kalbim var ki benim, sevdiğinden burkulur:

Kahredenden ziyade, sevilenden korkulur..."

"Ah ulan! Açın oradan bir Orhan Baba, Arap Şükrü!" Kendi kendime atarlandığımda, Ali bana bakmış ve yüzünde tiksindiğini belli eden bir ifade oluşmuştu.

"Arap Şükrü?"

"Evet. Arap Şükrü diyerek geçme kardeş, adam iyidir yani. Bu arada kardeş deme lazım olur ama konumuz bu değil. Ben de pek dinlemem aslında ama bir şarkısını çok severim. Bu arada şu muafiyet sorularını ucundan koklat bari be. Güzel söylüyor. Ferdi Tayfur da söylüyor ama Arap Şükrü sanki daha içten söylemiş. Bak sınavdan 21 aldım, kalacağım ulan, azcık acı bari! Hatta bak, ben sana söyleyeyim şarkıyı şimdi. Ö-HÖM! Beni bu şehir boğuyooor... Bilmem bana ne oluyor... Çöken karanlığın içinde, umutlarım tükeniyooor. Yokum sanki bu şehirde, şehir benim içimdeee. Fırtınalar koparıyooor, çaresiz yüreğimdeee. Ee, verecek misin muafiyet sorularını?" Umutla Ali'ye baktığımda çocuk bir anlık 'Seni sıçmık şey' der gibi baktı suratıma ve kitaptan bir sayfa daha açarak okumaya başladı.

Çalışkan Çocuk Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin