********
Beynimde müthiş bir uğultu dönüyordu. Sanki bir şehrin en önemli iki takımının sezonda yalnızca iki defa gerçekleşecek olan karşılaşmalarından biri benim beynimde vuku buluyordu. Mücadele iki takımdan birinin stadında yapılmıyordu. Arena tam olarak benim zihnimdi. Binlerce kişi kontrolsüz bir şekilde bağırıyor, tezahüratlar ediyor, yüz kızartıcı küfürler sıralıyordu. Akabinde alkışlar, ıslıklar, yuhalamalar yankılanıyor ve kazananı olmayan bu maçın tek kaybedeni de ben oluyordum. Elli bin kişinin zihninizde plansız bir şekilde hareket etmesinin ne demek olduğunu bilemezdiniz. Tek başınıza elli bin kişiyi hizaya da getiremezdiniz. Yapacağım ve yaptığım tek şey gözlerimi daha sıkı yumarak doksan dakikanın bir an önce son bulmasını ve öfkeli kalabalığın bir an önce evlerine dağılmasını beklemekti. Kendime uyumak için bahaneler sıraladığımın farkında hala değildim."Aç gözlerini." diye üçüncü defa uyaran adamla birlikte hayalden kopup gerçekliğe kavuştum. Gerçek ortama, gerçek zamana, gerçek kişilere. Keşke kopmasaydım, diye geçirdim içimden. Elli bin kişiyle başa çıkmak, bu adamla başa çıkmaktan çok daha kolaydı çünkü. Daha katlanılasıydı.
Zonklayan gözümü küçük bir açıyla araladım sadece. Oda hala yanı başımdaki loş ışıkla aydınlanıyordu. Dolayısı ile ortamın bu kasvetli ışığı beni iyice uykunun tatlı kollarına itmekten başka bir işe yaramıyordu. Yutkundum zorlukla. Dilim hala damağıma yapışıktı ve ben birazdan ilaç geleceğinin bilinciyle su istemeden gelecek olan ilacı bekliyordum. Bir yudum içsem sadece dudaklarımdaki kuruluk geçmez; içimdeki yangın da sönerdi, biliyordum. Ama su için acele etmedim. Birkaç dakika daha gözlerimi açık tutmaya çalıştığım süre içerisinde tekli koltuk üzerinde oturan adamdan hiç ses çıkmadı. Sanki buradaki tek görevi beni uyanık tutmakmış da göz kapaklarım bir milim dahi aşağı kaysa 'Aç gözlerini!' diye uyarmakla yükümlüymüş gibi bakışlarını üzerime dikmişti. Aramızdaki bu durum rahatsız edici olsa da bununla alakalı itiraz edici herhangi bir şey söylemedim. Hastaydım; onun evinde, onun yatağında, onun kıyafetlerinin içerisinde öylesine yatarken inadına gitmek istemedim.
Belki yarın kendimi daha iyi hissedip de ayaklandığım an onunla sağlıklı bir iletişim kurmayı bile deneyebilirdim. Ailemi bu konuda ne ile ikna ettiğini öğrenebilir, vazgeçmesi için konuşabilirdim. Çünkü bu anlaşmada babamı vazgeçirmek için giriştiğim çabadan zararlı çıkmıştım. Belki karşımdaki adamla bir şekilde uzlaşmayı başarırsam, öne sürdükleri bu saçma teklifi yok etmeyi başarabilirdim.
Ben kendimce yarın için olumlamalar yaparken kapı tıklatıldı iki defa kibarca. Egemen tarafından "Gir." komutu gelmeden açılmadı. Elindeki tepsiyle içeri giren kadın elindeki tepsiyi yatağın hemen başındaki komodinin üzerine, abajurun yanına bıraktı.
"İçmeniz için çorba getirdim." Aç mıydım değil miydim bilmiyordum. Vücudumdaki ağırlıktan açlığımı dahi anlayamıyordum ki mideme yediğim sert tekme bu faaliyeti başarılı bir şekilde gerçekleştirebileceğim konusunda ciddi endişelenmeme sebep oluyordu. Başımı sallayarak cevap verdim kadına. "Sizi kaldırmam gerek."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELFİDA
Ficción General"Erkekler ağlar mı Egemen ?" "Ağlar." diye yanıtladı beni hiç düşünmeden. "Ne zaman ?" Merak ediyordum. Kadınlara inat erkekler ağlamaz tabusunun ne zaman yıkıldığını merak ediyordum. "Kaybettiklerinde." "Peki sen hiç ağladın mı ?" "Ağladım." dedi...