"Erkekler ağlar mı Egemen ?"
"Ağlar." diye yanıtladı beni hiç düşünmeden.
"Ne zaman ?" Merak ediyordum. Kadınlara inat erkekler ağlamaz tabusunun ne zaman yıkıldığını merak ediyordum.
"Kaybettiklerinde."
"Peki sen hiç ağladın mı ?"
"Ağladım." dedi...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
******** Hayatımın kısa sürede böylesine ters düz olmasına mı şaşıracaktım yoksa bu hareketliliğe uyum sağlayan kendime mi? Ne zaman ben bu adamla tanışmıştım, görüşmüştüm, evlilik teklifini, ki ortada bir teklif yok yalnızca bir dayatma var, düşünmüştüm, nişanlanmış ve hatta nikahlanmış da iş seyahati için peşinden gelecek duruma gelmiştim? Kendime hayret ediyordum. Yaptıklarıma, bana yapılanlara, mecburiyetlerime, zorlamalarına hayret ediyordum. Ama yalnızca bununla sınırlı kalıyordum. Bu yolu sen seçtin, diye içimden sayıkladım. Mecbur kalsan da sen seçtin. Kardeşin için seçtin. Anlaşma metni için. Bir daha kan vermemek için.
Bir daha kan vermemek için hayatımın geri kalanını tanımadığım bir adamla birlikte geçirmeyi kabul etmiştim. Verdiğim kararın elle tutulur hiçbir yanı yoktu ama yapacak başka bir şeyim de yoktu. Üstelik yalnızca mesaj üzerinden de rahatsız etmiyorlardı. Takip ediyorlardı. Evimin etrafında dolaşıyorlardı. Yalnızca benim de değil üstelik. Ankara'daki kardeşimin de etrafında dolaşıyorlardı. Verdiğim kararı bir daha sorgulamamak üzere attım kafamdan. Ne olursa olsun bir yola girmiştim. Bundan sonra keşke demek hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. O yüzden ya bu hayatı kabullenecektim ya da kimseyi umursamadan, ki buna kardeşim de dahildi, kaçıp gidecektim. Kabullenmeyi seçtim.
Biraz önce Egemen'in kullanabileceğimi belirttiği kapıya yöneldim. Küçük sayılmayacak bir banyo karşıladı beni. Elimi yüzümü yıkadım önce ardından odaya geri döndüm. Biraz önce kapattığı pencereye uzandı elim. Gece açma demişti. Pekala gündüz istediğim kadar açabilirdim. Ki gece de açacaktım. Odamdaki pencereye kadar burnunu sokmasına izin verecek değildim. Bulunduğum odanın penceresi evin geniş bahçesine bakıyordu. Bahçenin hemen ardında da Akdeniz. Diğer eve göre burada manzarayı bölen herhangi bir yapı yoktu. Bu beni memnun etti. Uçsuz bucaksız deniz, bulunduğum odanın penceresinden oldukça net bir şekilde görünüyordu. Bakışlarımı bahçeye indirdim. En sol tarafta ahşap bir çardak vardı ve üstü kapalıydı. Güzel, dedim. En azından temiz havaya ihtiyaç duyduğum zamanlarda çıkıp oturabilirdim. Çardağın hemen sağ tarafında içi boş bir havuz vardı. Bu alan belki de bahçenin en rahatsız edici kısmını oluşturuyordu ama yine de parke taşlarıyla ayrılan yürüme yolunun etrafını çevreleyen bodur şimşirler bahçeyi dinamik bir hale getirmişti. Pencereden baktığımda bahçenin sağ tarafında arabayla giriş yaptığımız geniş demir kapı yer alıyordu. Kapının hemen ilerisine park edilmiş siyah araca takıldı gözlerim. Evde olup olmadığını anlamak için iyi bir işaretti benim için. Diğer evde binanın altında kalan otopark bana evde olup olmadığı konusunda hiç yardımcı olmamıştı. Burada bu konuda daha şanslıydım. En azından arabasının kapıda olmadığı zamanlar odaya tıkılmaktan öteye geçip evin diğer alanlarında bulunabilirdim.
Günün geri kalanında pencereden dışarıyı izlemenin haricinde telefonumdan kıbleyi öğrenip namaz kılmış, valizimdeki kişisel bakım malzemelerimi akma ihtimaline karşı banyoda uygun bir noktaya bırakmış, uygulama üzerinden Kur'an okumuş ve yine telefonum üzerinden adıma açmadığım sosyal medya hesaplarıma giriş yapıp gündem hakkındaki gelişmeleri takip etmiştim. Her şey aynıydı. Telefonumu kenara bıraktığımda saat epey geçmiş, hava kararmıştı. Ve karnım acıkmıştı. Dün akşamdan beri doğru düzgün bir şey yemediğim gerçeği ile yüzleşince yüzümü buruşturdum. Bakımsızlıktan bir köşeye bayılıp düşmeme az kalmıştı. Kaç kilo vermiştim son iki haftada? Sırf o var diye bundan sonra hiçbir şey yemeyecek miydim? Kimi cezalandırıyordum?