Aşk ve gururu okuduğum ilk an bay Darcy'nin gururlu tavrına bir anlam veremiyordum. Sonuçta Elizabeth ona koşulsuz bir şekilde aşıkken neden gurur yaparak işleri uzatıyordu ki? Mutluluğunu ertelemesi bana saçma gelmişti. Zamanla anladım ki bazı şeyleri istediğini anlamak için bir şeyler yaşanmalı. Aşık olmalı, ayrılmalı, bütün olanlara rağmen ayakta kalmalısın. Bay Darcy, Elizabeth'i gördüğü ilk andan beri seviyordu. Ama onu sevdiğini anlayabilmesi için bir şeyler yaşanması gerekiyordu.Jongin beni ilk gördüğü andan beri seviyordu. Ama gururu yüzünden bunu bana hiç gösteremedi.
"Jongin, neler oluyor?"
Üçüncü soruşumdu. Yine de duymazlıktan gelmeyi seçerek gardıropuma doğru adımladı. Kapağını öyle sert bir şekilde açtı ki, duvara doğru vuran tahta sesiyle irkildim. İrkilmemle birlikte bir saniye için koyu gözleri beni buldu, ama tekrar kıyafetlerimle ilgilenmesi uzun sürmedi.
Çok fazla kıyafetim yoktu. Üç beş kazak, bir çeket, birkaç tane pantolon. Şimdi bütün kıyafetlerim Jonginin elinde birer paçavradan farksız görünüyordu.
Buraya geldiğim tüm o anlarda korkuyu iliklerime kadar hissetmiştim. Bu sefer farklıydı. Bu sefer Jonginden korkmuyordum.Onun yüzünde gördüğüm o ifade beni dehşete düşürüyordu. Asla düşmezdi, asla panik olmazdı, asla böyle olmamıştı.
Onu bu şekilde delirten herneyse beni parmaklarıma kadar titretiyordu.
"Bu gece gidiyorsun." Kıyafetlerimi el çantasının içine tıkıştırdı. Hemen sonra da fermuarı yukarıya doğru çekti, fakat kıyafetlerimi düzgün yerleştirmediği için kapanmadı. Ağzından bir sürü spagetti sarkan bir ağızı andıran çantam yatakta öylece duruyordu.
"Ne?" Diyebildiğim ilk şey buydu. Beynimin üretebildiği ilk kelime. Sonrasında neden? Bunu sesli bir şekilde söyleyebilmek için fazla şaşkındım. Gitmemi istiyordu. Demek ki inandığı kişi ben değildim.
Taemine inanıyordu. Bu yüzden şimdi beni gönderecekti. Sol tarafımda derin bir acı hissettim. Beni göndermesinden çok bana inanmaması canımı sıkıyordu. Defalarca aynı yerden bıcaklanmış gibi hissediyordum."Demek bana inanmıyorsun."
Her sihirbazın kendine ait bir sihir kelimesine ihtiyacı vardır. Bazıları abrakavra der, bazıları hokus pokus, konu Disney olunca belki daha da başka kelimeler. Jonginle bizim özel kelimemiz de inanmıyorsun olurdu. Bana inanmıyordu. Öyle insan üstü, sahte bir kelimeydi ki ancak bir sihir kelimesine ait olabilirdi.
Jongin bana gerçekten inanmıyordu.
Çantayı hala doğru düzgün kapatmamıştı yine de artık umrunda değil gibiydi. Bakışları bendeydi. Koyu kahveliklerinin yansımasından kendi surat ifademi görebiliyordum.
Dağılmış, korkunç, Taeminin güzelliğinin yanında sönük. Yansımamı tanımlayabilmek için sözlükte bir sürü kelime olmalıydı.
"Sehun." Bana doğru yaklaştı. Her adımında çıplak ayakları parkede hoş bir ses bırakıyordu. Belki de bırakmıyordu. Yalnızca bana doğru gelmesi bile kafamda her şeyi güzel bir şekilde çizmeme sebep oluyordu. Ellerime doğru uzandı. Yapma demek istedim. En ufak hareketi dahi bana umut oluyorken sırf ellerimi tutmasından yüzlerce şey çıkarabilirdim. Yapma Jongin. Bana böyle bakma. Böyle beni seviyormussun gibi davranma bana.
"Umrumda değil." Gülümsedi. Yaramaz çapkın bir gülümseme değildi. Çömertce bütün dişlerini göstereceği kadar sevecen bir gülümsemeydi. Sağ elimi kaldırıp dudaklarına doğru bastırdı. Kuru dudakları neredeyse elimi okşamış sayılırdı.
"Suçlu olmadığına inanıyorum Sehun. Ama eğer suçlu olsaydın bile umrumda olmazdı. Bana bir çocuk verdin, biri nasıl sevilir onu gösterdin. Eğer suçlu olsaydın bile seni gönderen sürüyü cezalandırmak yerine ödüllendirirdim." Dudaklarını tekrar parmaklarımın üstüne doğru bastırdı. Fakat bu sefer diğerine göre biraz daha sahiplenici bir ton taşıyordu.
