Güneş, tozlaşma yüzünden buğulanmış pencereden içeriye süzülüyor, kuş cıvıltıları alarm yerini doldurarak beni sarsıyordu. Günlerden salıydı. Hiçbir sorun yokmuş gibi uyandığım günlerden yalnızca biriydi.
Tuhaf bir şekilde o güne gözlerimi oldukça huzurlu araladım. Huzur kelimesinin dün Jonginle sevişmemden dolayı mı, yoksa sabaha kadar gördüğüm güzel rüyalarla mı bir alakası vardı hiçbir fikrim yoktu.
Yalnızca güneş alan odada gözlerimi aralamış ve bu gün muazzam geçecek demiştim.Yatakta çıplak bedenimi biraz yuvarladım. Küçükken dilimden düşürmediğim şarkılardan birkaçını mırıldanarak vakit geçirdim. Jongin uyandığımda oda da değildi. Başta odada onu bulamayıp biraz üzülsem de, oldukça meşgul biri olduğunu bildiğim için kendimi toparlamam uzun sürmedi.
Ayrıca bu bana kalkana kadar düşünme zamanı da vermişti. Jonginle olan ilişkimiz artık farklıydı. Artık birbirimizi bir yabancı olarak göremezdik. Artık birbirimize karşı daha anlayışlı olmamız gerekiyordu.Bu da demekti ki ona üniversiteye dönme istediğimi açıklayabilirdim. Belki artık bu konuya daha ılımlı bir şekilde bakma fırsatı olurdu.
Güne güzel başlamama sebep olan düşünce işte tam olarak buydu.
Ayaklarımı yataktan aşağıya doğru sarkıtarak parke ile birleştirdim. Sıkı bir duşa ihtiyacım olduğunun farkındaydım fakat burada ki insanlar henüz duş ile tanışmadığı için suyu ısıtmam gerekiyordu. Bu da ekstradan zaman gerektiği için su ısıtma konusunu en sona bıraktım.
Odanın köşesine rasgele bırakılmış gardıroptan kendime siyah bir eşofman altı ve aynı şekilde siyah bir tişört bulup bir çırpıda giyindim. Giyim konusunda normalde özenli biri olsam da, Jongin'in bana sunduğu kıyafetlerle anca bakalla gidip gelebilirdim. Bu yüzden elime ne geçerse üstüme giyme konusunu sorun etmiyordum.
Saçlarımı ellerimle geriye doğru taradım. Kapıya doğru yürürken dudaklarımda neşeli bir ıslık, aklımda ise Jongin vardı. Nerede olduğuyla alakalı kafamda türlü türlü teori dönüyordu. Ya da en kötü birine sorup onu bulma umuduyla doluyordum.
Kapıyı çekip dışarıya adım attım. Hava diğer günlerin aksine oldukça sıcaktı. Öyle ki köy meydanına net bir şekilde bakabilmek için gözlerinizi kısmanız gerekiyordu. Zira güneşten dolayı kör olma ihtimaliniz kaçınılmazdı."Hey, Sehun!" Yalnızca bir iki adım atabilmiştim ki, karşıda gördüğüm beden ile duraksadım. Elleri siyah şortunun cebinde koşturan Yixingin, kıvırcık saçları ufukta komik bir şekilde dalgalanıyordu. Normalde olsa bu sevimliliğine tebessüm ederdim. Lakin geçen gün ki soğukluğunu hatırlayıp yüzümü ifadesiz bir hâle sokmak için çaba harcıyordum.
"Yixing?"
Bedeni bana yeterli bir yakınlık kurduğu vakit adımları yavaşladı. Yüzünde ki dostane gülümseme, gamzesini belirginleştirecek kadar derindi.
"Beni alfa gönderdi. Bir ihtiyacın varsa eğer bununla ilgileneceğim."
"Alfa mı? Şu an nerede olduğunu biliyor musun?"
Başını tembel bir şekilde salladı. Bakışlarında anlamını henüz çözemediğim kıvılcımlar, irislerime rask ediyordu.
"Elbette" dedi sonra sanki başını sallaması yeterli bir cevap değilmiş gibi. Bir elini koluma hızlıca sardı ve ağzımı açmama dahi izin vermeden beni gittiği yere doğru sürüklemeye başladı. "Seni ona götüreceğim."
Sormak istediğim çok fazla soru vardı. Geçen gün ki davranışının sebebi, şimdi ki anlık neşesini? Fakat konuşma dürtümün yoğunluğuna rağmen çenemi kapatmamın daha uygun olduğunu düşündüm. Kurtlar değişik varlıklardı.
Bedenlerinin hızla değişebileceği gibi, duyguları da aynı hızla değişebiliyordu. Buna bir insan olarak ayak uydurmam elbette beklenemezdi.