Yeryüzü ayaklarımın altında sallandı, üstümde ki kara bulutlar başıma doğru devrildi ve tabi ki doğru saydığım her şey bir bir ayağıma doğru dolandı. Savaşlar çıktı, barış gelmedi. Bir kişi ne kadar fazla ölebilirse işte ben de bulunduğum yer de o kadar fazla bir şekilde öldüm.
Birkaç saniye içinde birden fazla şey gerçekleşti ama aslında hiçbiri olmadı. Ben durduğum yerde ölmeye, hayat bir yerden sonra devam etmeye geri döndü. Bir çok şey oldu, Jonginin sesini duymak bu birçok şeyden daha kötüydü. Öyle ki gözlerimi sıkıca kapattığımın farkına bile, Jae'nin ağlamasına tepki olarak açtığımda fark ettim.
"Ne istiyorsun?" Sesimi duyamadım. Dudaklarım hareket ediyordu ama sanki o anda konuşan benden başka herkes olabilirdi. Bir fısıltıdan daha fazlası değildi. Söylemek istediğim her şey bir taraflarıma kaçmış, kişiliğim yerime yabancı bir herifi koymuştu.
Güldü. Kafidemsi kıkırtısı kulaklarımı okşayarak hattın diğer ucundan duyuldu. Telefonun diğer ucundan yayvan gülümsemesiyle alay ettiği düşüncesi beni delirtiyordu. Bu konuda yapabileceğim tek şeyin yumruklarımı sıkmak olduğu gerçeği, kısa bir an ağlamak istememe sebep oldu.
"Fazla hızlı gitmiyor muyuz sence?" Derin bir nefes almadan önce devam etti. Kelimeleri kendinden emin, benimle alay etmek adına özel olarak seçilmişti. "Önce özlem gideririz diye düşünmüştüm."
"Jongin" diye fısıldadım. Sesimin ağlamaklı çıkmasına engel olamıyordum zira oğlumu bildiği düşüncesi beni her saniye boğuyordu. Jae'yi benden alabilirdi, Jae'yi uzaklara götürebilirdi. İhtimaller arttıkça korkularım da artıyordu. Kendime engel olamıyordum. Kaçma düşüncesi her saniye aklımın köşesinde biraz daha fazla yeşeriyordu.
Ama bunu nasıl yapacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Hâlâ tanımadığım bir adam oğlumun başında dikilirken nasıl yapacağım hakkında hiçbir fikir düşünemiyordum.
Zaten Jongin de bana düşünme fırsatı verecek kadar sabırlı bir adam sayılmazdı.
"Sehun, konuşacak çok fazla konumuzun olduğuna eminim." Bir saniye için rahatsız edici gıcırtılı bir sesin yükselmesine izin verdi. Henüz ne olduğuna anlam veremediğim bir şeylerle uğraşıyordu. "O yüzden önünde ki beyefendiyi takip etsen iyi olur."
Tam ağzımı açıp itiraz etmeye hazırlanıyordum ki beni hazırlıksız yakaladı.
Daha önceden repliklerini okumuş, ezberlemiş ve beni nasıl susturacağını öğrenmiş gibiydi. Benim gibi doğaçlama değildi. Benim gibi korkak ve ne yaptığını bilmeyen o ruh halinden çok uzaktı.Sonra ekledi. Benden bir şeyler götürdüğünü fark etmeden cümlesine devam etti.
"Ya da kalıp sonuçlarına katlanırsın."
Telefonu kapatmadan önce söylediği son sözler bunlardı. Birkaç saniye anın şaşkınlığıyla elimde ki telefona bakakaldım.
Duygularım birbirine girmişti. Ne düşüneceğimi bilmekten çok, olan her şeyin ertesi sabah geçecek bir kabus olduğunu ummaktan başka bir şey yapamıyordum.Korkuyordum.
İşin kötü tarafı korkmak her şeyi düzeltmiyordu. İşin ucunda Jae varken, kendime korkup geri çekilme hakkını veremiyordum.
Düşünceler birbirini kovaladı ama hiçbiri şu an ki durumdan beni kurtarmadı. Bende her şeyi siktir ederek telefonu arka cebime attım. Arada ki beş adımı atarak, bebek arabasında ağlayan oğluma doğru uzandım.
Durumun huzursuzluğunu benden çok o hissetmiş olacak ki ağlamayı bir an olsun bırakmadı. Öyle ki öpmeye doyamadığım o güzel yüzü, şimdi hafif bir pembe rengini almıştı.